The Wedding

2.4K 198 53
                                    

İyi okumalar :)

Elleri dudaklarında oyalanırken sesi daha da boğuk çıkıyordu. İlk defa onu tam anlamıyla incelemeye başladım. Göz altları uykusuzluktan şişmişken bile yeşilleri parlıyordu. Seyrek kaşları her kelimesinde ayrı bir hareketteydi. Sivilceleri günden güne azalıyordu ve şimdi dokunsam pürüzsüzlük hissedebileceğim bir cildi vardı. Dudakları elinin sıkıştırmasıyla hafif bir dolgunluk ve canlı bir kırmızılık kazanmıştı. Tümüyle ya da tek tek incelensin, karşımda tamımıyla tapılacak biri duruyordu. Ve şimdi onun bu güzelliğinin dikkat dağıtıcılığıyla dudakları arasından çıkan cümleleri yakalayamıyordum. Gözlerimin önünde salladığı elinden çok ellerini dudaklarından çekmiş olması dağılan dikkatimi yerine getirdi.

"Sana yarım saattir Ben ile gittiğimiz barınağı ve kedilerin sevimliliğini anlatıyorum ama sen buna akrşı çıkmıyorsun. Pekala, sorun ne?"

İlgisi ben de şok etkisi yaratıyordu. Her seferinde geç kalmış cevaplar veriyordum ki muhtemelen onun gözünde salak gibi görünüyordum.

 "Hiç, sadece ne giyebileceğimi düşünüyordum."

Dikkati çabuk dağılıyordu, kolay kandırılabiliyordu. Sorgulamadan bu sefer düğün hakkında konuşmaya başladı. Dikkatim yine dağıldı. Çocuksu bir ruhu barındıran genç bedenine baktım. Tek eli yine dudağında sol eli sağ dirseğini tutuyordu. "...lacivert bir şeyler giyersin."

Son anda dudakları arasından çıkan cümleyi yakalamış ve belli belirsiz onu onaylamıştım.  

"Harry?" Ani çıkışım karşısında kaşları çatıldı. "Yaptığımız konuşmayı hatırladığını biliyorum. O şarkı sözlerini o gün söyledin bana."

"Neyden bahsettiğini bilmiyorum." dedi gözlerini kaçırarak. 

"Bunu yapma," başımı ellerimin arasına alıp alnımı ovaladım. Düşüncelerimin karışıklığını çözecekmiş gibi. "Bir şeylere cevap alamamaktan yoruldum."

"Neden bir cevaba ihtiyaç duyduğunu anlayamıyorum. Şu an burada karşımda olman yetmiyor mu?"

Cümlenin altında yatan küçümseyiciliğini görmezden geldim. Bana hissettirdiği nankörlük daha ağır basmıştı. Ve bu beni mümkünmüşçesine daha da küçülttü.

Buna razı olmalıyım, onu kaybedemem. 

Onu kaybetmek mi daha zordu yoksa bu korkuyla yaşamak mı? Belki asıl bulmam gereken  cevap bu soruyaydı.

"Hadi, şu oylama işini yapalım artık." dedim kağıdı katlayıp cebime koyarken. Gözleri bir süre üzerimde dolandı, sonrasında kağıdı koyduğum cebimde.

Uzatmadı. "Şu an burada olmandan memnunum." Kendi sorusunun cevabını vermeye çalışır gibi olmasını önemsemedim.

Onu kaybetmek daha zor olurdu.

*

"Yaz düğünü için siyah bir elbise giymek istediğinden emin misin?" Elimdeki dondurmamı kaşıklarken rengine rağmen siyah elbisesinde büyüleyici görünen Sophia'ya baktım. Benim aksime gayet hevesli bir şekilde elbise bakınıyordu. 

"Kays, sana yakışanı giy diye bir laf var, biliyor musun?"

"Biliyorum ama giydiklerim bunun aksini iddia edebilir." diyerek omuzlarımı silktim. 

"Belki biraz ilgili olsan böyle olmaz. Ben seçtim, hadi sıra sende."

Neşesiz bir şekilde güldüm. "Buradan mı?" Etrafımdaki soğukluğa bir bakış attım. Her bir eşya lükslükle parıldıyordu. Çalışanlarsa sahte gülümsemeleriyle prim yapmaya çalışarak elimdeki her an dökebileceğim dondurmaya kötü bakışlar atıyorlardı. "Ben bir öğrenciyim." diyerek en zavallı bahanemi öne sürdüm. Üzerinde - ve birazdan satın alacağı bir Victoria Beckham elbisesi olan biri bunun ne kadar farkında olurdu bilmiyorum.

Just A Fangirl || h.sHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin