- TEHLİKELİ ORMAN -

74 3 0
                                    


*

*

*

Başım beni öldürecekmişçesine zonkluyordu. Yavaşça sert zeminden doğrulduğumda neden yerde yattığımı bilmiyordum. Elimi kafama götürdüğümde elimin kana bulandığını hissetmiştim. Başımı bir yere çarpmış olmalıydım. Gök gürültüsü her yeri inlettiğinde ortam bir süreliğine de olsa aydınlanmıştı. Nerede olduğumu bilmiyordum. Bir saraya benziyordu ama bizim sarayımız değildi. Bacaklarımı oynattığımda ayağa kalkacak gücümün olmadığını anlamıştım. Yerde sürünmeye çalıştım ve yardım bulacağımı umarak ilerlemeye çalıştım. ' Kimse yok mu?' diye boş eve seslendim. Birinin çıkmasını umuyor aynı zamanda da korkuyordum. Evi sadece ay ışığı ve gök gürültüsünün yansımaları aydınlattığından sadece bir saniyeliğine etrafı görebiliyordum.

İleri baktığımda birinin silüetini gördüm. Hareket etmiyor ve beni izliyordu. Korku tüm vücudumu kaplamıştı ve sonunda ne olacağını bilmiyordum. Yutkundum ve ağzımdan zorla iki kelimenin çıkmasına izin verdim:

-" Kimsin sen?" dediğim anda silüet bana adımlamaya başlamıştı. Uzun boyluydu ve güzel bir fiziği vardı. Geriye doğru sürünmeye başladım ve beni tutmaması umuduyla kaçmaya çalıştım.

-" MinJee? Burada ne işin var? Neden yerde sürünüyorsun?". Silüet konuşunca birden durdum ve hızlıca kafamı ona çevirdim. Tüm vücuduma etki eden korku yerini huzura bırakmıştı. JungKook buradaydı ve beni kurtarmaya gelmişti.

-" Jun-JungKook?". Kekelemeye başlamıştım. Adımlarını hızlandırıp yanıma geldi ve üzerimi kontrol etmeye başladı. Bir yerimde yara var mı diye üstümü inceliyordu. Eli kafama geldiğinde gözlerimi sıkıca yumdum çünkü canım acıyordu. Yaralandığımı anladığında beni kucağına aldı ve yürümeye başladı.

-" Nereye gidiyoruz JungKook? Burası neresi?" dediğimde sadece bana bakmakla yetindi. Göz bebekleri o kadar büyüktü ki kahverengi gözleri rengini belli etmiyordu. Gözlerinde eski bakışları yoktu, yerini başka bir duyguya bırakmıştı.

Uzun koridorda ilerlerken etrafı incelemeye başladım. Büyük bir saraydı ve korkutucuydu.Karanlığın içine çekilmiş bir zindana benziyordu burası. Bizim sarayın aksine siyah renkler yerinde bordo renkler ortama hakimdi. Büyük ahşap kapı açıldıktan sonra karanlık bir odaya girdik. Odanın camı açıktı ve yağan yağmur içeri giriyordu. JungKook beni yatağın üzerine bıraktıktan sonra uzun bir süre boş bakışlarıyla beni inceledi.

-" Sadece uyu ve kalbindeki bütün mutsuzluğu unut, tamam mı?" diyip kapıya doğru yürümeye başladı. Arkasından seslendim:

-" Hey sen nereye gidiyorsun, neden yanımda kalmıyorsun?" dediğim anda başıma birden ağrı vurmaya başladı, bütün kafam uyuşmuştu. Tam JungKook' un arkasından gitmeye yeltendiğimde gök gürledi ve odanın camı ve kapısı birden kapandı.

Sıçrayarak yattığım yerden kalktım. Etrafa baktığımda odamda olduğumu fark ettim. Rüya görmüştüm. Rüyamda JungKook' u görmüştüm ve bana garip şeyler söylemişti. Fark ettim de uzun süredir rüyalarıma girmiyordu ve bu sefer ilk kez benimle konuşmuştu.

Dışarı baktığımda güneş batmak üzereydi. Gece yaklaşmıştı ve benim bu gece nöbetim vardı. Saate baktığımda yola çıkmak için daha sürem vardı. Bu süre zarfında karnımı doyurabilirdim. Yatağımdan kalkıp yatağımı gelişigüzel topladıktan sonra odamdan çıktım. Etrafa baktığımda kimse yoktu. Bu beni biraz irkiltse de umursamadım ve mutfağa girdim. Kendime bir sandviç hazırlayıp geniş masaya oturdum. Şu an yemek yapacak zamanım yoktu ve mutfak görevlilerini de bu saatte yormak istemezdim. Sandviçimi hemen bitirip dağılan yerleri temizledikten sonra hazırlanmak için odama yol aldım.

SOĞUK SAVAŞ || JJKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin