O öpüşmemizden beri yaklaşık bir hafta geçmişti. Ve ben aptal gibi bir haftadır Zen'den kaçıyordum. O kadar utanıyordum ve olanlara uyum sağlayamıyordum ki onun o güzel yüzünü her gördüğümde kaçacak delik arıyordum. Ne yüzüne bakıyordum ne de tek kelime bir şey söylüyordum. Üzülüyor muydu acaba? Yani, büyük ihtimal. Ama yapacak bir şeyim yoktu.
İç savaşım kalbimin sıkışmasına neden olmaya başlayınca ellerimi saçlarımın arasına geçirip oflayarak kafamı masaya vurdum.
"Ne yapıyorsun?" dedi Hilal. "Sözde mutfakta bana yardım edecektin ama geldiğinden beri sürahiyi izliyorsun."
Cevap vermek yerine daha sesli bir şekilde ofladım.
"Aşık insanlar hiç çekilmiyor." diye söylene söylene işini yapmaya devam etti.
Aşık mı? Ben mi? Hiç de aşık falan değildim bence. Acaba Zen'in daha önce sevgilisi olmuş muydu? Hilal'e sorsam garip mi kaçardı?
"Sana bir şey sorabilir miyim?" diye kaçırdım ağzımdan.
"Sor bakalım."
"Şeyi biliyor musun ya..? Şeyi..."
"Neyi?"
Mutfağa birden Zen girince ayaklandım. "İnsanın suya bakarak bile çişinin geldiğini." diyerek koşa koşa mutfaktan çıktım. Ama bu sefer kaçamadım. Kolumu yakalayan el canımı yakıyordu.
"Neden bunu yapıyorsun?" diye sordu. Sesi normalden daha kalındı. "Neden kaçıyorsun?"
"Kaçmıyorum."
"Yalan söyleme. Beni istemiyorsan baştan söyleseydin."
"İstemiyor değilim. Zen, lütfen bırak kolumu."
"Eğer bırakırsam, sen de gideceksin."
"Hiçbir yere gitmeyeceğim. Özür dilerim. Sadece utanıyorum. Lütfen..."
Yüzünü bana çevirdiğinde gözlerime kenetlenen gözlerini gördüğümde duraksadım. Gözlerinde en ufak bir yaşam belirtisi, en ufak bir parıltı yoktu. Yüzü yaralarla kaplıydı. Hem hüzünlü, hem sinirli hem de boş boş bakıyordu. Sesli bir şekilde yutkunduğumda kolumu daha da sıktı ve kaşlarını çattı. Tam o anda mutfağa Yılan girdi.
"Zen'i gördünüz mü?"
Burnunun dibinde duran bizi görünce ofladı ve Zen'i çekiştirmeye başladı. "Hadi abicim, zorluk çıkartma."
Zen hırıldıyordu. "Bırak beni!" Bir an için ağzının kenarından salya aktığını gördüğüme yemin edebilirim. Kuduz bir köpekten farksızdı ifadesi.
"Yürü manyak herif seninle mi uğraşacağım ben?!" diye bağırdı Yılan ve Zen'i tutup mutfaktan çıkardı. Merdiven gıcırtıları ve Zen'in çığlıklarından sonra bir kapı çarpma sesi duyuldu ve sessizlik oluştu. Sonra kapıya vurma seslerine boğuk bağırmalar eşlik etti. Biraz sonra da Yılan ellerini temizlercesine birbirine vurarak mutfağa geri geldi.
"A-az önce ne oldu?" diye sordum.
"Of ya... Müşterilere sinir oldu Allah'ın manyağı. Kavgaya tutuştu. Bu gerizekalı böyledir. Bir kere siniri kontrolden çıkınca canavar gibi bir şeye dönüşüyor."
Koca dünyada sevgili olmak için en mükemmel insanı bulmuştum cidden.
"E nasıl geri döndüreceğiz bunu? Gerçek aşkın öpücüğü falan mı?" dedim.
"Biz genelde döve döve kendine getiriyoruz ama öpücüğü de bir deneyebilirsin." diyerek güldü Hilal.
"Belki deneyebilirim."
"Ne sandın sen bu olayı ya?" dedi Yılan. "Peri masalında falan mıyız?"
"Bence bir denemeliyim."
"Bırak denesin." dedi Hilal. "Baksana öpmeye çok meraklı. Günlerdir kaçan benim sanki."
Yüzümün kızardığını hissettim. Yılan bana bir anahtar fırlattı. "Al bakalım. Bir boğayla kafes dövüşü yapmaktan farksız olacak. Ölmemeye çalış."
Abartıyorlardı. Kesinlikle abartıyor olmalılardı.
Zen'in hala vurmaya devam ettiği kapının önüne geldiğimde vaz mı geçsem diye düşündüm. Ettiği küfürler de biraz da olsa duygularımı incitmişti. Büyük ihtimal bana etmiyordu ama... Ediyor da olabilirdi.
"Zen?" dedim yavaşça. "Kapıyı açacağım. Tamam mı?"
Sesler kesildi. Anahtarı son bir kez parmaklarım arasında çevirip kapıyı açtım ve içeri girip geri kapadım.
"Senden kaçtığım için özür dilerim."
Bir şey demiyor, boş boş yüzüme bakıyordu.
"Çok utanmıştım. İlk sevgilim sensin. Tepkim biraz abartıydı biliyorum ama..."
"Sevgili miyiz?" diye sorarak sözümü kesti.
"D-değil miyiz?"
"Sevgiliyiz."
"Şey.. Tamam."
"Sevgiliyiz."
"Zen? Cidden iyi misin?" Neden tekrarlıyordu ki?
Birden gülmeye başladı. Gözlerindeki parıltı geri gelmişti.
"Gri!" diyerek sarıldı bana. Öpmeme bile gerek kalmamıştı. Elimi, sadece serçe parmağım açıkta kalacak şekilde yumruk yaptım ve serçe parmağımla hafifçe kafasına vurdum.
"Aptal. Bu kadar kavgacı olma. Gel, yaralarına bakalım."
"Gerek yok." Yüzü kızarmıştı. "Ve özür dilerim. Bazen kontrolümü kaybedebiliyorum."
"Donuk biri gibi gözüksen de duygularını çok yoğun yaşayan birisin."
"Belki."
"Hadi gel ısrar etme de şu yaralarına bakayım. Ya sana bir şey olursa?"
"Olmaz. Defalarca bıçaklanmış insanım. İki yumruktan ne olacak?"
"Bıçaklanmak mı?"
"Bizim mesleğin cilveleri bu da." diyerek gülümsedi.
Gülüşü, bana ilkbaharda açmaya başlayan pembe çiçekleri hatırlatıyordu. Yıl boyunca ne kadar zorluk yaşamış olursam olayım, pembe çiçekleri gördüğümde mutlu olurdum ve her şeyi unuturdum. Zen'in gülüşü de bana şimdiye kadar yaşadığım bütün kötü olayları unutturmuştu.
Dayanamayıp dudaklarımı onunkilerle buluşturdum. Uzun bir süre öpüştükten sonra ikimiz birden yavaşça yere oturduk. Bu arada birbirimizi bırakmıyorduk. Zen yavaşça üstüme çıktığında soğuk zemine uzanmış haldeydim. Dilindeki piercing ile boynumda ufak daireler çizmeye başladı. Sonra diliyle ıslattığı yeri ısırdığında istemeden sesli bir şekilde inledim. Ancak inleme yerine yardım çığlığı gibi çıkmıştı sesim.
İşimiz, kapının şiddetli bir tekmeyle açılmasıyla yarım kaldı. Yılan ve Hilal bir ağızdan "Gri'yi öldürme!" diye bağırdılar.
Utançtan, anında odanın iki farklı köşesine geçtik.
"Burada ne yapıyorsunuz?" diye sordum.
"Şey... Uzun süre gelmeyince endişelendik ve Zen'in seni dövmesinden korktuk." dedi Hilal.
"Neden onu dövecekmişim?" diye sordu Zen.
"Boşver." dedi Yılan. "İşinizi böldük. Kusura bakmayın."
Odadan aceleyle çıktılar ama bütün modumuz gitmişti. Bu yüzden biz de arkalarından çıktık.
"Sen mutfağa git." dedim Zen'e. "Ben birazdan geliyorum. Yaranı temizlemek için malzeme bulup gelirim."
Başını tamam anlamında sallayıp mutfağa yöneldi. Artık kaçamazdım sanırım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sunshine Boy (boyxboy)
Historia CortaBaby Powder'daki alternatif evrenin Güneş'i gerçekten rüyadaki gibi olsaydı...