Manolya, kayısı ve söğüt ağaçlı büyük bir bahçe içinde bulunan geniş salonlu, beş yatak odalı, parke döşemeli, kaloriferli, gömme banyolu, hazır dolaplı, açık mutfaklı müstakil ev, satılıktı çünkü artık buradan ayrılmanın vakti gelmişti. Bir evde en fazla bir ay kalırdı Robert çünkü ifşa olmaması ve insanlarla samimiyet kurmaması gerekirdi.
Çoğu zaman fiziksel ve ruhsal hali iç içe geçer ve bu yüzden zaman kavramını yitirirdi. Polis olmanın kaderi buydu. Yıllar boyunca İngiliz polis departmanında hizmet vermiş ve en sonunda başkomiser olmayı başarmıştı. Sadece üç ay önceydi. Tabi bu her şeyine yansımıştı.
Mesela Robert Reed jestlere bayılırdı, bu yüzden onları ölçülü kullanırdı. Onun jesti, konuşmaya eşlik eden sözlerin kopyası değildi; bağımsız bir eylem dilinden bir sözdü, sanki bir iletişim aracı; hiçbir bakımdan başka bir yansıma değil, emir vermenin bilinçli bir anlatımıydı.
Gerekirse yüzüyle konuşurdu. Söz yerine yüz kaslarını oynatabilecekse, oynatırdı. Gülümsemesi, kaşların çatılması, dar alnın kırışması, dudakların öne çıkması ya da bükülmesi... Bu tür eylemlerin hemen hepsi, söylenmemiş cümleler yerine geçerdi.
Başkomiserin simsiyah ve gür kaşları altında, kül rengi iri gözleri vardı. Esmer yüzü çok canlıydı. Savruk, yılgın ve direnç dolu bakan bir gözüne inat diğer gözünden akan sevgi kıvılcımları belirgindi. Bir gözüyle sivri uçlu sözcüklerini kullanırken diğer gözü teslim olmaya hazır bir kurbanın ferasetini ve cesaretiyle dopdoluydu ve bakanın yüzüne yansıtırdı içinde kopan fırtınaları. Kimi zaman ne yaptığı anlaşılmasa da, herkes en sonunda onun söylediğine gelirdi. İşte bu tecrübeydi.
İçinden bağırdı. Ne dediğini bile bilmeden kendi kendisine yüksek sesle yapmıştı bunu. Kimsenin duyup duymamasını umursamıyordu. Yaptığı meslek yüzünden birçok insanın canına kıymış, kimisini kurtaramamış kimisini de ölüme terk etmişti. Bir İngiliz polisi olmak bunu gerektirirdi! ''İşi bırakmalıyım,'' dedi yatakta sırt üstü uzanırken. Uzun bir gece olmuştu.
Belki de patlayacak volkanın içten içe kaynamasıydı bu... Bilemiyordu ama kafası da çatlayacak gibi ağrımaya başlamıştı. Artık rahat edemeyeceğini anladı ve mutfağa gitti.
Eline aldığı düz, cam bardağa, iki gün önce kurduğu arıtma cihazından su doldurmak için çeşmeyi açtı. Su iplik gibi incecik usulca akıyordu. Bardak çok yavaş doluyordu. Dolarken hava kabarcıkları oluşuyor ve ses bardağın derinliğine göre inceden kalına doğru yankılanıyordu. Bardak suyla doldu. Oturdu. Yudumlamaya başladı. Ciğerlerinin ferahladığını bir denize girmişçesine içinde hissetti. Kanarak içti, bardağı akşamdan toplamadığı masanın üstüne bırakıp yeniden yatağına gitti.
Sadece on beş dakika uyuyabilmişti. Aniden çalan bir telefon uykusunu böldü. Karşıdan gelen sesin tam olarak ne dediğini anlayamasa da, yine bir cinayet ile karşı karşıya olduğunu fark etmişti. Hemen hazırlandı, üniformasını kuşandı. Saçlarını taradı, koku süründü. Montunu üstüne geçirdi, sıkıca giyindi çünkü kış yaklaşmıştı. Her tarafı kuşatan soğuk rüzgârlar, insanın derisini kesen bıçaklar gibi hareket ediyordu. Bacaların üstünde duman halkaları koyulaşıyor, hemen açılıp kapanan kapılardan buğular yayılıyordu. Kasım ayının günlerinden biri öğlene yaklaşıyordu. Öğle ayazı durgun havayı daha da sıkıştırıyor, öğlenin kızıl renkli güçlü ışıkları hızla kapanıyordu.
Zor da olsa ayrıldı evinden. Sırtındaki kalın hırkasının kırışan uç kısmını boynuna doğru eliyle çekip küçük adımlar atarak ısınmaya çalıştı. Polis merkezi evine yürüyüş mesafesindeydi lakin bugün yol ona çok uzak görünmüştü. İçindeki üşümenin ve vücuduna giren titremeyi paltosuna sarılarak gidermeye çalıştı. Epey denedi ama titremesi durmadı, dişlerinin zıngırdaması devam etti. Hıçkırdı. Soğuk yüzünden çehresinde biriktirdiği gözyaşları buz kesti. Yüreğinde bir yumuşama, damarlarında sıcacık kanın dolaştığını hissetmeye başladı. Neydi damarlarında akan kanı hissettiren? Paltosuna sarınıp ısınmaya çalışması mı? Yoksa işini yerine getiremeyeceği korkusu mu?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gül Yangını | Süleyman Tapınağı
Historical Fiction*Gül Yangını'nın altıncı kitabına dahil edilecektir. "Bazı sevgiler vardır; hiç ölmez, kısa zamanda saplantı halini alır. Bu sevgi kimi zaman bir kadına, kimi zaman bir spor dalına, kimi zaman bir müzisyene bazen de bir pipoya bile olabilir. Kitapla...