Çölün tam ortasında bulunan yerleşim yeri, Hz. Musa'nın ihtişamının yaşandığı çok eski günlerde, kimsenin pek de önemsemediği ve içinde birkaç insanın yaşadığı çadırlardan oluşuyordu. Kimi rivayetlere göre birkaç kralın burayı devlere bağışladığı söylenirdi çünkü burası kervanların pek de uğramadığı yerlerden biri sayılırdı. Buraya Aram denilirdi, Rezon'un muhteşem krallığıydı aynı zamanda.
Burada çalan çanlar, adı bile bilinmeyen ordulara öncülük ederdi. Çöl tepelerinin altındaki çadır ve ufak binalardan çıkan savaşçılar, harbe her daim hazırdı. Ayrıca insanların yapmış olduğu, Aram'ın kuzeyindeki yüksek tepeye doğru uzanan başka bir sur, vadinin girişini koruyordu. Bunun altından geçen bir çöl yolu ile de, kapı sur ile mühürleniyordu. Ve sonrasında kapı eşiği, Aram'ın içine doğru dönüyor, sonra geniş ve kuru, Rezon'un krallığının kurulduğu yerleşiminin içinden geçerek görünürde kayboluyordu.
Ardından inşasına başlanan surlar, Rezon'un krallığını tamamen içine alıyor ve orayı tastamam geçilmez hale getiriyordu. Bu toprakların sahibi haline gelen Rezon ise Hz. Süleyman'a olan öfkesini, kinini ve ölçülemeyecek kadar büyük olan nefretini bu surların içinde dövüyordu her geçen gün. İsrail'den o kadar nefret ederdi ki İsrail denilmesini ülkesinde yıllar önce yasaklamıştı.
Ama bugün her şey değişecekti. Hissediyordu. Tahtında hafifçe kıpırdandı ve yeni gelen dostlarına baktı sevinerek. Edomlu Genç Hadat ve Efrayim oymağından Nevat oğlu Seredalı Yarovam karşısında dikiliyordu, böylece üç kişi oluyorlardı Hz. Süleyman'ın düşmanları. Kafa kafaya vermiş, güçlerini birleştirmiş ve tam da uygun zamanı kollamış üç canavar...
''Düşmanımızı yenmek istiyorsak,'' dedi ve cümlesi yarım kaldı kralın. Rezon her zamankinden daha düşünceliydi şimdi. Ordusu vardı, desteği çoktu lakin nasıl bir yol izleyeceği belirsizdi. Ra, olaya müdahale etmek istedi hemen çünkü efendisinin en yakın adamıydı. Eline parşömenlerini aldı, bu büyük büyük babasından kalma nadide eserlerden birkaçıydı. Aralarından birini çekip çıkardı, bin bir zorlukla kutusundan sıyırdı.
''Süleyman'ın babası Davud, Yahuda kabilesinden Yasa'nın sekizinci oğludur,'' diye okudu parşömeni gördüğü gibi. Hadat yüzünü buruşturdu ve ''Bunlar ne işe yarayacak,'' diye yakındı küçümseyerek. ''Düşmanımızı yenmek istiyorsak, onu iyi tanımalıyız,'' dedi Rezon, bu sefer cümlesini tamamlamayı başarabilmişti. ''Ve bunun için bize bu işin uzmanı lazım,'' diye devam etti ve eliyle Ra'yı gösterdi.
''Kraliçe beni öldürmek için emir verdiğinde, ne diyeceğimi bilemedim. O kadar hizmetin karşılığı bu muydu? Sadık olmanın sonucu ölüm müydü? Yoksa zeki olmamın karşılığını mı alıyordum? Askerler beni yerde sürüklerken, aslında kraliçe ölüme doğru gittiğini bilmiyordu. Artık en büyük düşmanını kendisi yaratmıştı: Ben,'' diye bir nefeste okuyuverdi parşömeni Ra ama kimse ne olduğunu anlayamamıştı. Merak dalgası bütün salonu kaplayınca, açıklama gereği duydu Ra.
''Bu benim büyük büyük babam Âlim'den kalma parşömenler,'' dedi gururlanarak ama söyleyecekleri daha bitmemişti: ''Musa'nın baş düşmanı arkasında kızı Thermuthis'i bıraktı. Büyük büyük babam hem Firavun'a hem de kızına büyük hizmetlerde bulunmasına rağmen ihanete uğradı ve ölmeden önce hayatını kaleme almayı başardı. Tabi elime hepsi ulaşmasa da parşömenlerin bir kısmını ele geçirebildim.''
Salondakilere fırsat tanımadan okumaya devam etti: ''Kraliçenin yanından ayrıldığımız gibi askerler beni ayağa kaldırdı. Efendilerinin kim olduğunu biliyorlardı sonuçta. Ben yani Fısıltıların Efendisi'ni en iyi şekilde saraydan çıkardılar.''
Hafifçe öksürdü, anlaşılan bir noktaya dikkat çekmeye çalışıyordu: ''Bu sayede çok da uzun sayılmayacak sürgün yıllarım başlıyordu. Artık Musa'nın ölmesini bekleyecek ve en önemli anı kollayacaktım.''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gül Yangını | Süleyman Tapınağı
Ficción histórica*Gül Yangını'nın altıncı kitabına dahil edilecektir. "Bazı sevgiler vardır; hiç ölmez, kısa zamanda saplantı halini alır. Bu sevgi kimi zaman bir kadına, kimi zaman bir spor dalına, kimi zaman bir müzisyene bazen de bir pipoya bile olabilir. Kitapla...