Belkıs

61 5 0
                                    

Elini mektubun üzerinde yavaşça gezdirdi Belkıs. Açıp açmama konusunda kararsızdı lakin bir süre sonra merakına yenildi. Elindeki işlemeli ve bir o kadar da özenle hazırlanmış mektubu büyük bir merakla açtı Sebe Melikesi. Üzerindeki mühür kırılınca etrafa kırmızı mumun parçaları saçıldı. ''Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla'' diyordu mektubun başında, altın harflerle yazılmıştı. Daha fazla okuyamadı Belkıs, ellerinin titremesi onu engelliyordu çünkü.

Dengesini kaybettiği için istemeden tahtına oturdu, nefes alış verişleri hızlandı, göz bebekleri büyüdü. Korkusu onu esir alan bir düşmandı artık. Hz. Süleyman mektubu bizzat yazıp ona göndermişti anlaşılan. O hükümdar hakkında anlatılan çok şey vardı ama yine de vezirlerine sormadan yapamadı ve ''Bu Süleyman kimdir,'' dedi yutkunarak.

''Hz. Davud'un oğludur,'' dedi haznedar. Devam edip etmeme konusunda kararsızdı, kraliçesine baktı ve efendisinin gözlerinde yanan nefreti gördü, kor ateş daha sönmemişti. Bu yüzden kraliçenin gücü karşısında ezildi haznedar ve sessiz kaldı.

Belkıs, sinirli olduğu kadar ısrarcıydı. Ayağa kalktı bir hışımla ve haznedarın karşısına dikildi. ''Devam et,'' diye bağırdı hizmetkârını sarsarak. Ağzından püsküren öfkesi, nasıl olduysa birden bire rüzgârda dağılan yapraklar gibi usulca yitip gitti. Verdiği görevin zorluğunu sonradan hatırlamıştı çünkü kraliçe.

Süleyman'ın kurduğu muhteşem krallık, dilden dile dolanıyor ve insanlar arasında bolca konuşuluyor,'' dedi haznedar hıçkırarak. Amacı efendisinin arzusunu yerine getirmekti ama bu o kadar da kolay değildi. Boğazındaki yumru konuşmasına engel oldu haznedarın, acı çektiğini yüzünü buruşturarak gösterdi.

Gücünün son damlasını kullanarak ''Süleyman babasından daha kuvvetli bir hükümdar,'' dedi haznedar. İstemese de söylemek zorundaydı gerçekleri. ''Babasından sınırları Mısır'dan Fırat'a kadar uzanan bir krallık almasına rağmen kısa sürede hâkimiyetini güçlendirmiş, o kadar ki...'' diye yakındı ve tekrardan sustu haznedar. Süleyman'a Peygamber demeye cesaret edememişti anlaşılan, ona bakan gözler; meclis üyeleri, kraliçe, hizmetçiler ve özel askerler... Hepsinin gözleri, öylesine dikkatli haznedarın üzerindeydi ki!

''O kadar ki Süleyman'ın otoritesi bütün topraklarının üzerinde mutlak hükümran olan tek şey,'' dedi kraliçe, haznedarın başka söyleyecek bir şeyi olmadığını düşünerek. İstemsizce ürperdi ve elindeki mektubu hatırladı ansızın. Tekrar okumaya çalıştıysa da olmadı, yapamadı, mektubu yavaşça komutana uzattı bu yüzden.

''Ey Allah'ı ilâh olarak kabul etmeyip güneşe secde eden ve şeytanın kendilerine süslü gösterdiği bir sistemi din kabul eden Sebe halkı,'' diye bağırdı gür sesiyle komutan. Kararlı, korkusuz ve acımasızdı. Çoğu olaydan etkilenmez, duygularını açığa çıkarmazdı. Demir gibi güçlü vücuduna doğru orantılı olarak demir gibi bir kalbi ve derin bir düşünce yapısı vardı. Onun için Belkıs'ın bütün pis işlerini halletmek ona düşerdi. İsyanları bastırmak, kan dökmek ve gerekeni yerine getirmek bunlardan sadece bazılarıydı.

''Bana karşı büyüklük göstermeyin ve bana Müslüman olarak gelin,'' diye devam etti komutan ama bir yandan da öksürüğüne engel olmaya çalışıyordu. Kaşlarını çattı ve elleri titremeye başladı, mektubu yanlışlıkla elinden düşürdü. Masumca kraliçesine baktı, efendisinin gözlerinde cevap arar gibiydi. Ama Sebe Melikesi o ana kadar değin hiç karşılaşmadığı kadar kesin bir üslupla tüm hükümdarlığını kendisine katmasını isteyen Hz. Süleyman'ın, bu mektubu karşısında yıkıldı, çaresizdi ve güçsüzdü.

''Efendiler, içinde bulunduğum durum hakkında bana görüşünüzü açıklayın! Sizin görüşünüzü almadan asla bir şeye karar vermem,'' deyiverdi Belkıs.

Bu Belkıs'ın birden bire dökülen çaresizliğinin ispatıydı. Bugüne kadar asıp kesen sözünün üstüne söz söylenmeyen kraliçe aniden yumuşamış ve mecliste bulunan vezirlerin, kumandanların eline düşmüştü. Neler oluyordu? Huzurda bulunanların tamamı; hükümdarın bu ani değişimine bir anlam vermeye çalışıyor olsalar da, onun bakışlarından ve sesinin tonundan belli olan korkuyu, acizliği fark etmek hiç de zor değildi.

''Biz güçlüyüz, zorlu savaşçılarız ama ne yapılacağına sen karar ver,'' diye yanıtladı içlerinden birkaçı. O an, bütün taht odasını dolduran, neredeyse somutlaşmış ve gözle görülebilen bir korkuydu. ''Sizin görüşünüzü almadan asla bir işe karar veremem,'' diyerek devlet erkânından umutsuzca yardım bekleyen Belkıs'ın korkusu ''Yetki senindir, artık ne buyuracağını sen düşün,'' diye cevap veren yardımcılarının korkusuyla bütünleşmişti.

O ki Süleyman'dı... Ondan korkulurdu elbet. O gün Belkıs'ın taht odasında Süleyman'a karşı ne yapabileceklerini kara kara düşünen bir devletin yöneticileri vardı. Ve ki hiç birinin aklına teslim olmaktan başka bir çare gelmiyordu.

''Krallar bir ülkeye girdiler mi oranın altını üstüne getirirler. Halkını ve halkın büyüklerini küçük düşürürler. Bunlar da böyle yapacaklardır,'' dedi Belkıs.

İnsanların en büyükleri iken en küçük duruma düşmek... En kuvvetliyken en zayıf hale gelmek... Bir devletin liderleri için bundan daha kötü ne olabilirdi ki? Üstelik şatafatlı, görkemli, asırlarca süren emeklerle inşa edilen Sebe ülkesinden eser bile kalmayacaktı belki de. Taş üstünde taş kalmayacaktı!

Bir kurtuluş yolu olmalıydı. Süleyman'ın büyüklüğü kabul edilmeliydi. Bütün dünyanın kabul ettiği gibi... Elbette ki odadaki herkes mağlubiyeti kabul etti. Belkıs sultan işi barışçı yolla halletmek durumundaydı. Bu nedenle Hz. Süleyman'a hediyeler ile gitmeyi daha uygun buldu. Ayağa kalktı, hafifçe başını kaldırdı. ''Hazırlanın,'' diye bağırdı, hiç olmadığı kadar heyecanlıydı aynı zamanda.

Bütün bu olanları izleyen Çavuş Kuşu, gördüklerini Hz. Süleyman'a iletmek için havada süzüldü.


Neml Suresi

Gül Yangını | Süleyman TapınağıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin