Hz. Süleyman

29 4 0
                                    

Zaman değişti, büküldü ve yok oldu. İki insan belirdi bir tepenin başında. Biri Hz. Süleyman'dı, diğeri Hz. Hızır. Ve ardından gelen karanlıklar insan sühuletlerini oluşturdu bir bir. Arkalarında koskoca bir ordu belirdi. Kum tepeleri açığa çıktı, hayal gerçek oldu. Geçmiş, geleceğe döndü. ''Davud'a yetişmeliyiz,'' dedi Hz. Hızır ve böylece hatırladı Peygamber hangi zamanda olduklarını. Büyük bir savaşın eşiğinde, Davud ile Câlût'un gölgesi altındaydılar.

''Ne kadar var?'' diye sordu Hz. Süleyman. ''Çok uzak sayılmaz,'' diye yanıtladı Hz. Hızır hemencecik. Atını mahmuzladı Peygamber, bu savaş hazırlığıydı aynı zamanda. Fazla yol almadılar ve bir yüksekliğe vardılar kısa bir sürenin ardından. Burası muharebe meydanına yakın mesafedeydi, her an savaşa müdahale edebilecek pozisyondaydılar.

Biraz ilerleyince tepede kısmen dağılmış, kısmen de yılların otlarıyla örtülmüş eski taşlardan örülme geniş bir çember buldular ve çemberin ortasında bir karınca yuvası vardı. Yanındaki kırık taşlar yuvaya eşlik eder gibiydi.

Taşları yoklamak için dokundu Peygamber ve hemen ardından ufalandı kaya parçaları. Parçaların içindeki siyahlıklar, kum tanelerinin aşındırma derecesini gösterircesine açıktı. Birkaç küçük taş karınca yuvasına çarptı, diğerleri yuvarlanarak yerlerini buldu ve çember birden kumlara döküldü.

Etrafındaki kuru otlar köklerine kadar susuz kalmış, halkanın içindeki çiçekler de dâhil çölün bu bölgesindeki tüm canlılar sanki alevler yalamış gibi kavrulup buruşmuşlardı. Herhangi bir canlıdan iz kalmamasının nedeni buydu belki de.

Sonra karıncaların yuvadan kaçışmasını izledi Peygamber, rüzgârda dağılan ufacık kum taneleri gibi dağılıyorlardı etrafa. Bir ordunun bozguna uğrayışı gibiydi şimdiki sahne. Ve bir karınca çıktı aralarından, liderleri olduğu belliydi. Herkese emirler yağdırıyordu ve ''Kaçın Süleyman'ın orduları sizi ezmesin,'' dediğini duydu Peygamber. Şaşırdı, ne yapacağını bilemiyordu küçücük karınca karşısında. Elini uzattı, karıncaya gelmesini emretti. Karınca, Hz. Süleyman'ın tenine dokunan bir rüzgâr gibi usulca dolaştı. Avcunun içinde durup Peygamber'e baktı.

Karıncaların liderine bakarak gülümsedi istemsizce ve onu güzelce süzdü. Ağzındaki pençeleri küçüktü, kum tanesini zor parçalardı. Bacakları minicikti, kimi zaman görünmezdi yerde koşarken ama cesurdu. Hatta fazla cesurdu çoğu insana göre. ''Karınca beyi bu akşam benim misafirimdir,'' diye bağırdı Hz. Süleyman. ''Burada konaklıyoruz,'' diye devam etti. Hz. Hızır'a dönerek ''Bu akşam divan yapacağız, senin de orada bulunmanı isterim,'' dedi usulca.

Fazla sürmedi ziyafetin başlaması. Çadırlar kuruldu, divan açıldı. Hz. Süleyman'ın çadırının peşi sıra sıralandı çadırlar. Güvenlik önlemleri alındı, askerler her an hazırdı. Nöbetçiler bir kuşun dahi uçmasına müsaade etmiyordu etrafta. Ateşler sönmeye çalışırken, pişirilen yemeğinin yağı çevreye koku saldı. Hz. Süleyman'ın çadırı hınca hınç doluydu her zamanki gibi. Kurmayları ve misafirleri yerini aldı. İçerideki yoğun koku nefes almayı zorlaştırıyor, ateşin sönüşü etraftaki havayı azaltıyordu her geçen dakika. Ve birden çadır aralandı, akşamın kapanık ve serin havası çadırın içini kapladı böylece. Ovanın kokusu, gecenin çökmesiyle birlikte kirli bir katran renginde, çadırın içine çöktü. Derinden derine, perişan kuş feryatları, bin tempoda hayvan bağırmaları duyuluyordu çok uzaklardan. İnsan daha çadıra girerken bir gurbet ve ıstırap bahçesinin eşiğine ayak bastığını anlıyordu. Nitekim bu yüzden karıncanın cesareti takdire şayandı.

Ama yetmedi. Hz. Süleyman kükredi, herkes sustu. Güç ile acizlik, iktidar ile muhalefet, zenginlik ile fakirlik karşı karşıya gelmişti çoktan. Karınca, Hz. Süleyman'a doğru yaklaştı. Bu bir dev ile sineğin karşılaşmasıydı adeta. İhtişamın, güzelliğin ve hâkimiyetin asaleti akıyordu Hz. Süleyman'dan. Karıncadan ise tam tersi... Karınca aczin; Hz. Süleyman ise iktidar ve gücün timsali olarak tezatlık içinde yüzüyordu...

Karınca beyi, kendince çok değerli sayılan bir çekirge budunu Hz. Süleyman'ın önüne bıraktı yavaşça. Sabırsızlığının göstergesiydi bu. Aynı zamanda iyi bir hatırlatma. Karınca aslında ziyaret için gelmemişti buraya, verdiği sözü tutmaktı amacı.

Hz. Süleyman elini kaldırdı kabul ettiğini göstermek için ve Hz. Şeşman'ın duasıyla but bereketlendi birden. Bütün ordu, sadece yarısından doydu. Geri kalan kısmını karıncaya iade etti ve Süleyman Peygamber merakına yenik düşerek karıncaya bir yıllık yiyeceğinin miktarını sordu. Karınca da, ''Bir buğday tanesi yerim'' diye cevap verdi. Hz. Süleyman iyice meraklandı, cevap yerine şaşkınlık tatmıştı çoktan.

Cevabın doğru olup olmadığını kontrol etmek isteyen Süleyman Peygamber Hz. Hızır'a dönerek küçük bir şişe istedi. Hemen sonrasında karıncaya elini uzattı avcuna çıkması için. Şimdi bir elinde şişe, diğer elinde küçücük bir karınca duruyordu, terazi ile tartar gibi baktı ikisine de. Karıncayı hafifçe havaya kaldırdı, onu son kez görecekmiş gibi süzdü ve şişenin içine yavaşça koydu. Zaman alacak ama doğru cevabı bulacaktı.

Tam karıncaya veda etmeyi düşünürken aklına geldi ondan öğüt istemek. Karınca, Hz. Süleyman'a nasihat kapısını araladı. Bu bir yıllık yolculuğun başlangıcıydı aynı zamanda ve dostluğun. ''Unutma ey Peygamber,'' dedi karınca ve devam etti: '' Kendimizi ansızın tam ortasında bulduğumuz büyük ıssızlıkların, yalnızlıkların adıdır dünya. Bu ıssızlıkta yarım ve sahipsiz olmanın uğultusuyla savruluruz bir sağa bir sola. Her adımda, her bakışta kendimiz gibi olanı, bize benzeyeni ararız. Yüzümüzü bir yüzde, bakışlarımızı başkasının gözlerinde seyretmek isteriz. Bir ayna olsun isteriz kâh karşımızda kâh yanı başımızda. Bir ayna olsun ve hatırlatsın bize bizi, bir ayna olsun ve azaltsın kimsesizliğimizi...

Dibi yokmuş gibi uzayan karanlık bir kuyudur bazen hayat, nefes aldıkça düşer, düşerken tutunacağımız bir dal, gözümüzün önünde bir ışık olsun isteriz. Ömür ise çoğu zaman gümbürtüsü başımıza vuran uğultulu bir ormanda, geceler gündüzler boyu dolaşıp durmaktır. Yanımızda bir ses olsun isteriz bu ormanda dolaşırken, adımları adımlarımıza karışan bir gölge... Uçsuz bucaksız bir çöldür yürüdüğümüz, her adımı bambaşka seraplarla, yanılgılarla dolu... Güneş tam tepemizdeyken, içimizde ve dışımızda büyüyen bu dünya çölünde duadan bir bulutun gölgesinde yürümek isteriz.

Önceleri adlandırmakta zorluk çeksek de, dört harfli bir kelimenin karşılığında saklıdır bunca müşkülümüzün çaresi. Dört harften ibaret bir kelimedir 'dost'... Ve tıpkı aşk gibi o da tek heceden ibarettir.''

Duygu karmaşasıyla kalbi küt küt atıyordu Hz. Süleyman'ın. Ne diyeceğini bilemiyordu bir karınca karşısında. Kelimeler dile gelmezdi kimi zaman. İnsan söylemek istediğini anlatamazdı ya hani, işte o an gelmişti...

Hz. Süleyman ''Bütün Peygamberler dosttur,'' dedi yutkunarak. Amacı kendisini savunmak değildi ama nitekim öyle oldu. Ve devam etti Peygamber, karıncaya ''Benim Peygamber olduğumu bildiğin halde seni ve arkadaşlarını çiğneyebileceğimi nasıl düşündün ve niçin onlara kaçmalarını söyledin?'' diye sorunca karınca ona ''Senin debdebene dalıp da benim emirlerime uymayı unuturlar diye söyledim. Unutma! İkimizde kendi dünyamızın Süleymanıyız,'' cevabını verdi. 

Gül Yangını | Süleyman TapınağıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin