Burada mavi deniz, mavi gök birbiriyle kucaklaşırdı. Bazen nazlıca, bazen de suları yok denecek kadar azalan bir derenin aktığı yol, o dantel görünüşlü tarihi Topkapı Sarayı'na, bayram yerine, ıhlamur, erguvan, çitlembik, keçiboynuzu, çınar gibi daha birçok görkemli ağaca ulaşırdı. Yolu çevreleyen girdili çıktılı sokaklar, küçük iki katlı evleri bahçeleriyle birlikte koruyordu. Bostanları, arsaları, tahta perdeleri, çeşmeleriyle insana ferahlık veriyordu burası.
Güneş sanki bugün Hz. Hızır için doğmuş gibiydi. Hz. Hızır'ın o simsiyah gözleri insanın ruhunu delip geçecek kadar ateşli bakıyordu. Ara sıra esen rüzgâr saçlarını sıyırıyordu. Her zamankinden farklı birisine bürünmüştü bugün. Bu kez teni kayısı rengindeydi. Güneşin yansıması ile birlikte zekâsı da tıpkı gözleri gibi pırıl pırıl parıldıyordu Hz. Hızır'ın. Sokak aralarında yürürken bıraktığı yeşil iz muazzamdı. Bir camiye varmasıyla durdu. Caminin üzerinde bir şeyler yazıyordu çünkü Ramazan ayıydı.
Cuma günü... Cuma vakti... Cami... Cemaat tek tük camiye girmekteydi. İmam kürsüde... Girenlerin arasında... O... Hz. Hızır... Hz. Hızır da genç ihtiyar arasında onlardan biri gibi gitti ve bir köşeye oturdu. Osmanlı Devleti tarih sahnesindeki yerini Türkiye Cumhuriyeti'ne bırakmıştı. Birçok şey değişmişti bu topraklarda.
Kürsüde imam sohbete başladı birden... Hz. Hızır'ın yanına ise kırklarında bir adam gelip oturdu. Cami yavaş yavaş dolmakta... Gelen giden hiç farkında değil ama Hz. Hızır bütün ihtişamını saklamıştı. Hayatta belki de en çok kıskanılabilecek kişi değil miydi Hz. Hızır? Hem ilmi hem de boyutlar arasında geçiş yapabilme özelliği, düşünce hızında hareket kabiliyeti, binlerce surette ortaya çıkabilmesi, insanların yaşamlarını değiştirebilmesi... Saymak ile bitmez...
Adam, bir müddet sonra uyuklar bir vaziyette sallandı, ha uyudu ha uyuyacaktı. Hz. Hızır adamı dürtükledi ve ''Uyuyacaksın,'' dedi yavaşça. Adam ''Uyumam, beni rahat bırak,'' diyerek kestirip attı.
Hz. Hızır ses etmedi ancak ezan okundu okunacak, adam ha uyudu ha uyuyacak, bir daha dürtükleyerek ''Uyuyacaksın dedim,'' dedi, bu sefer biraz daha sesli konuşmuştu. Adam ''Ben de sana uyumam, beni rahat bırak dedim. Rahat bırak beni. Rahat bırak yoksa Hızır olduğunu söylerim. Buradan çıkamazsın. Bu kalabalık sakalında bir tel bırakmaz,'' diyerek savurdu tehdidi.
Hz. Hızır sustu birden ve gözlerini kapadı, boynunu büktü masumca. Allah'a yönelerek ''Ya Rabbim! Bu nasıl iştir? Bu kulun benim kim olduğumu bildi. Bu nasıl iştir ki bendeki listede bunun ismi yok.'' Cevap gecikmedi: ''Sana verilen listede beni sevenlerin isimleri var. O ise benim sevdiklerimden...''
Hz. Hızır hakikati bulmuştu, Allah'ı sevenlerin değil Allah'ın sevdiklerinin peşinden koşması lazımdı, bu şarttı. Ne yapacağını biliyordu şimdi Hz. Hızır, zamanı gelmişti. Zaman tüneli açıldı, Hz. Süleyman'ın yanına gitmek için hazırlandı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gül Yangını | Süleyman Tapınağı
Historyczne*Gül Yangını'nın altıncı kitabına dahil edilecektir. "Bazı sevgiler vardır; hiç ölmez, kısa zamanda saplantı halini alır. Bu sevgi kimi zaman bir kadına, kimi zaman bir spor dalına, kimi zaman bir müzisyene bazen de bir pipoya bile olabilir. Kitapla...