Nasri

32 4 0
                                    

Gökyüzünün kapalı olduğu soğuk günlerden birinde müdürün odası her zamanki gibiydi. Sıcak fincan bardakları, ısıtıcılar, ısınma çabaları... Soğuğun müdürün nefesinde savrulup gittiği rahatlıkla görülebilirdi. Pencereden içeriye sızan soğuk hava içerinin sıcaklığını almak için çırpınıyordu ama büyükçe bir oda olmasına rağmen bunu başaramıyordu.

Odanın duvarları mat gri, tavanı büyük bir çaba ile işlenmiş taş mozaik... Duvarlarında tablolar, panolar ve daha birçok şey... Pencere kenarları, kapının üzeri kısacası her yer işlemeliydi ama yine de oda sade döşenmişti. İç karartıcı bir kırmızı kadifeyle kaplı ikili, üçlü koltuklar yer alıyordu köşede...

Meşe ve beyaz deri bantların oluşturduğu ürkütücü bir renk zıtlığına sahipti sandalyeler... Külleri temizlenmemiş yanmayan bir şömine... Çok açık bir krom sarısına boyanmış duvarlardan birini tümüyle kaplayan ağır palamut ve kesme camlı bir kütüphane... Kalın perdelerle kapatılmış pencerelerden bir kanat, içeriye soğuk hava girmememi için sıkı sıkıya kapatılmıştı. Fazla uzak olmayan Londra şehrinden kopup gelen kar kokulu bir rüzgâr camı titretip kapının gıcırtı yapmasını sağlıyordu. Yalnız müdürün odasında kapı gıcırtısından başka hiçbir ses yoktu, belki de bu fırtına öncesi sessizlikti.

Müdür ellerini masaya koydu, Oxford'da öğrenci işlerinden sorumlu en yüksek makamda oturuyordu. Hemen karşısında öfkeli, kıpkırmızı yüzünden siniri bozuk olduğu anlaşılan diktatör beklemekteydi. Sinirinden olsa gerek başını, gözünü oynatıp duruyor, sıkıntısını ve öfkesini yüzünde belli ediyordu. Bir an önce işini bitirip odadan çıkmak ister gibi bir hâli vardı ama bu mümkün değildi.

Nasri kendisini savunmaya çalıştı ve ''Gruptan ayrıldığımı sonra fark ettim,'' dedi usulca. ''Gezi de kütüphanede biteceği için orada beklemeye başladım,'' dedi ardından ama diktatör pek tatmin olmadı bu cevaptan. ''Sizin gibileri çok gördük,'' dedi kadın burnundan öfke soluyarak. Müdür sakin olmasını söyledi kadına, zaten pısırık birisine benziyordu.

''Bu kabul edilemez,'' diyerek sesini yükseltti kadın. Nasri'nin peşini bırakmak gibi bir niyeti yoktu oysaki. ''Bu aldığın ilk uyarı olsun,'' dedi müdür gözlüklerinin üzerinden bakarak. Tek gayesi ortamın gerginliğini almaktı ama pek işe yaradığı söylenemezdi.

''Gidebilirsin,'' dedi müdür Nasri'ye dönerek, tam diktatör kadın da odadan ayrılacaktı ki müdür ona beklemesini söyledi. Kadın istemese de başıyla onayladı. Nasri kıkırdadı, ilk kez işler yolunda gitmekteydi. Ve kapıya doğru yöneldi, odadan çıkarken diktatör kadın kolundan yakaladı onu. ''Dikkatli ol,'' dedi fısıldayarak. Sanki çok önemli bir sır söylemekteydi. ''Bir hatanı daha görürsem...''

Uyarıyı dikkate almadı Nasri ve kolunu çekiştirerek kurtardı, hızlı adımlarla koridoru geçti ve Oxford Üniversitesi'nin bahçesine çıkmayı başardı sağ salim. Havayı içine çekti ve gökyüzüne baktı usulca.

Güneş, büyük beyaz bulutların arasından, yeni ıslanmış olan toprağı ısıtmak için kendini gösteriyordu. Toprak, nefis bir şekilde kokusunu etrafa yayarken, ağaçların yaprakları rüzgâr esintiyle dans ediyordu. Ağaçlar, birbiriyle arkadaş olmuş gibi sırayla dallarını eğip büküyordu.

Ağaç diplerinde papatyalar, başını eğer gibi sallanırken, aralarında dolaşan kedi ve kirpiler birbirlerinden habersiz etrafı izliyordu. Toprak çimenle kaplı ve ıslaktı. Kuruması için güneş bastırıyordu, hayvanlar doğayı içlerine çekiyordu.

Etrafına bakındıkça başı dönüyordu. En sonunda olduğu yere çöküp kaldı ve bayıldı. Çınar sesi ninni gibi geliyordu. Büyük bir rüzgâr dalgası üstüne geldi. Ayıldı ve yine aynı yerdeydi. Elli metre kadar ilerdeki çınar ağacını şimdi daha net görüyordu. Uzaktan yemyeşil görünüyordu. Yaklaştıkça büyüdü. Oraya sığındı.

Gül Yangını | Süleyman TapınağıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin