Monitör.
Teknolojik bir alet.
Basit bir kutu gibi. Tek özelliği ise hayatının sonlanıp sonlanmayacağını belirlemesi.
Şimdi, derin bir nefes alıp ver ve gözlerini kapat. Ardından da 'iyi ki şu an bulunduğum yerdeyim, sana teşekkür ederim, Tanrım.' de.
Unutma. Bu teşekkürü edemeyen milyonlarca insan var. Bazıları ömürlük mahkum, bazıları yıllık, bazıları aylık, bazıları ise haftalık, günlük, saatlik, dakikalık...
Gencin yaşadığı ise haftalıktı. Sevdiği kızla geçirdiği her güzel gün sonunda Tanrıya teşekkür ederdi. Ona sahip olduğu için. Onunla olabildiği için. Onunla iyi olduğu için. Fakat o an...Bunların hiçbiri yoktu. En ufak kırıntı bile bulunmuyordu. Çünkü genç, artık teşekkür etmiyordu Tanrıya. Çünkü sevdiği kızla olamıyordu ve o, iyi değildi.
"Sıra bende. Hadi git ve biraz uyu." diyerek odaya girdi, Rose. Finn, uykusuzluk ve yorgunluktan kızarmış olan gözlerini yavaşça önce sevdiği kıza sonra da Rose'a çevirdi.
Boğazı kurumuştu. Ne bir şey yiyordu ne de bir yudum su içiyordu. Bu nedenle konuşup cevap veremedi. Başını olumlu anlamda sallayarak dikkatle ayağa kalktı ve odadan çıktı. Koridordaki sandalyede uyuyakalan Dacre, Sophia ve Wyatt'a baktı.
Diğerlerini göndermek için büyük bir çaba sarfetmişlerdi ve sonunda başarılı da olmuşlardı ama başta Sophia ve Dacre olmak üzere gitmemekte inat etmişti. Sophia kalınca Wyatt gitmek istememişti ve o da kalmıştı.
Finn, derin bir iç çekerek kaşlarını çattı. Başına saplanan ağrı, tarif edilemezdi. Hemen duvara tutundu ve yavaşça sandalyelerden birine oturdu. O sırada büyük adımlarla yanına gelen Noah'a baktı.
"Neredeydin?"
Noah, elindeki pet şişeyi gösterdi ve yanına oturdu.
"Su aldım."
Finn, başını olumlu anlamda salladı ve karşı sandalyede uyuyakalan üçlüye baktı.
"Biz nasıl bu hâle geldik böyle?"
"Hatırlamak istemiyorum doğrusu." diyerek sert bir şekilde yutkundu, Noah. Finn, gözlerini kapadı ve içinden kendisine küfürler savurmaya başladı.
"Noah, ben...Üzgün-"
"Sorun değil, dostum. Şu an önemli olan ve tek kafaya takmamız gereken şey," dedi ve eliyle Sadie'nin kaldığı odayı işaret ederek devam etti.
"Sadie."
Finn, olumlu anlamda başını salladı tekrardan.
O sırada hastanenin otoparkında aracından inen bir genç, Sadie'yi ziyarete gelen üçlünün dikkatini çekti.
"Siz gidin, ben geliyorum." dedi ve Ayla ile Malcolm'u göndererek çatık kaşlarıyla gence doğru yürüdü.
"Senin ne işin var burada?" diye sordu, sinirle. Genç, arkasını dönerek Jack'e baktı ve histerik bir tebessüm etti.
"Sadie için geldim."
"İyi. Geldin ve şimdi de git."
"Çekil önümden, Jack." diyerek yürümeye başladığı sırada Jack, genci kolundan tutup durdurdu.
"Oraya girersen eğer asla canlı çıkamazsın. Bunu biliyorsun, değil mi? Finn, seni öldürür."
"Şu an umurumda olmayan tek kişi o."
"Git buradan, Caleb."
"Senden emir almıyorum, Anderson." dedi ve sinirle Jack'e baktı. Ardından sertçe kolunu çekti ve büyük adımlarla hastaneye girdi. Jack ise koşarak peşinden gitti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kızılcık Şerbeti #wattys2020
FanficGözlerini ilk açtığında nasıl hissettiğini asla hatırlayamazsın. Gözlerini sonsuzluğa kapattığında da bu duygu hissedilmez gelir sana. Fakat şimdi, Gerçekten anlıyorum. Çünkü biliyorum, hissediyorum ve masum bir bebek değilim. Gerçek adımı, yaşımı...