''Ah, gerçek hayatta da pornoda ki gibi mi oluyor?'', elimdeki boş plastik bardağı kavrafım ve Soo'ya fırlattım. Yüksek sesle böyle şeyler söylemesi kötü bir şeydi. İnsanlar duyabilir ve rahatsız olabilirdi."Kapa çeneni Soo-Jin!". Yataktan kalkıp dolabın karşısına geçtim, Soo'ya baktım, "Yarın üniversite de ilk günüm biliyorsun, porno hakkında konuşmak yerine giyeceklerimi hazırlayalım.". Eğilip iç çamaşırı çekmecemi açtım, gözlerime inanamayıp elime tanga takımı aldım, ardından çekmeceyi biraz daha karıştırdım, "Soo-Jin, bunlar ne? Benim iç çamaşırlarım nerede?".
Yataktan kalkıp eteğini düzeltti, bana arkamdan sarıldı:"Hâlâ bakire olduğunu biliyorum. Eğer hiç ummadığın anda olacak olursa bunu ayıcıklı külotlarınla yapmamalısın.". Her şeyi bilmesi ve sapıkça düşünmesi beni utandırdı. Kaşlarımı çattım. Ardından elimdekileri yerine koyup derin bir iç çektim.
***
Üzerimi giyindikten sonra hafif bir makyaj yapmak adına allık ve ruj sürüp evden çıktım. Babam ve annemin bana bıraktığı tek hatıra olan arabaya bindim.
Mercedes Maybach Exelero, araba.
Araba cidden çok pahalıydı, şık duruyordu ama ben daha 18 yaşındayım ve bu araba ile üniversiteye gidiyordum. Bu benim için çok ağır olur. Tabi Soo-Jin'e göre hiç bir sorun olmazmış.
Okulun bahçesine girince arabayı çizmemek için oturduğum yerden biraz yükseldim. Hem sağa hem sola bakarak ilerliyordum. Sağ kapım açılınca kafamı yan çevirip binen kişiye baktım. Arabayı durdurdum, "Tanrım... Burası taksi değil.".
Yanımda ki adama baktım. Ona baktığımı fark etti (!) bana baktı, "Arabayı çizeceksin, şimdi beni dinle, hafifçe sağa çevir direksiyonu...."
Arabayı park edip içinden indik, bana yardım ettiği için teşekkür edip önünde saygı ile eğildim, omzuma elini koyup beni doğrulttu. Bana dokunduğu için sinirlenmiştim. Vücudumu biraz süzdüğünde tek kaşımı kaldırıp baktım, "Ne yapıyorsunuz?". İç çekip bakışlarını gökyüzüne çevirdi, kafasını hafifçe sağa doğru çevirip tekrar bana odaklandı, "Aklıma bir şey geldi... Daha dikkatli olun. İyi günler, fazla tutmayım sizi.".
Birkaç kişiye sorduktan sonra, sonunda tıp fakültesini buldum. İçeri girdim, biraz yürüdükten sonra telefonumun çaldığını duydum. Çanta askımı sol elimle çıkartıp içinden telefonumu çıkarttım. Arayan Soo'ydu.
"Günaydın hayatımın en güzel yüzü!". Bağırması ile iki kaşımın tam ortası kırıştı, iç çektim. Onun aksine soğuk bir tavır ile devam ettim, "Günaydın! Fakülteye yeni girdim, ilk dersten sonra buluşmaya ne dersin?-" tavanda arka teması beyaz kelebekler olan saate baktım, "Aman tanrım! Soo-Jin geç kalıyorum! Seni sonra ararım!". Telefonu yüzüne kapatıp hızlı adımlar ile asansörün yanında bulunan merdivene ilerledim.
Hızlı adımlar ile çıkarken telefonumdan ders için gitmem gereken kata baktım. '2'. 2. kata çıkmaya başladım. Sonunda sınıfın önüne geldiğimde kapıyı açıp içeriye baktım. Herkes bana baktığında sınıfa göz gezdirip tahtanın önünde duran adama baktım. Yutkundum, "Yoklama aldınız mı?" dedim.
Kafasını olumsuz anlamda sallayıp geçmem için eliyle işaret etti. Kendimi sol taraftan üçüncü sıraya atıp, oturdum. Çantamı sıranın üzerine koyup tahtada bulunan o kişiye baktım.
O adam.
Bize üniversite hayatının farklı olduğunu özellikle tıp fakültesinin farklı olduğunu anlattı. Onu hayretle izlerken sınıftan kızın biri çıkıp, "Adınız nedir?" diyerek konuyu değiştirmesi dikkatimi çekti. Önce kızın mimiklerine sonra ise adamın mimiklerine baktım.
"Bana 'Bay Jeon' , diyebilirsiniz." dedi, sol bileğindeki gümüş saate baktı, kendi masasında bulunan A4'e bakıp ardından benim olduğum sıranın en önüne bıraktı, "Herkes isminin karşısına imza atsın."diyip tekrar masasına döndü, beyaz kupa bardağından bir kaç yudum aldı. Saatimiz dolduğunda, imzalı yoklama kağıdıyla sınıftan çıktı.
Eşyalarımı toparlayıp çantamı sol omzuma astım, sağ elime telefonu alıp Soo'yu aradım, telefonu kulağıma götürüp tuvaletin yolunu gösteren okları izledim.
Kapıyı açıp içeri girdiğimde kafamı ayaklarımdan kaldırmayıp çantamı el yıkama lavabosunun üzerine koyup aynada kendime baktım, Soo telefonu açmadığındw telefonu kapatıp kafamı yana çevirdim. Bay Jeon tam karşımda bana bakıyordu. Etrafa bakıp tekrar ona baktığımda erkekler tuvaletine girdiğimi anladım.
Utancımdan kıpkırmızı olduğumda kapının öbür ucundan gelen erkek gülme sesleri ile çantamı elime alıp ne yapacağımı bilemedim. Bay Jeon kısık sesle "Sessiz ol." Deyip beni bileğimden yakaladı. Tuvaletlerden birinin içine girip beni de yanında çekti. Tam kapıyı kapadığında diğer kapının açıldığını duydum.
Tuvalet kapımızın altında ayaklarımızı bileklerine kadar gösterecek boşluk vardı. Bakışlarımı oradan çekip ona baktığımda çok yakın olduğumuzu fark ettim. Neredeyse dudaklarımız birleşicekti. Bir kaç saniyeliğine hayat durmuş gibi hissettim.
Gözlerimle ayaklarımızın gözüktüğünü gösterdim. Kafasını sabah ki gibi biraz tavana çevirip sonra sessizce 'cık' 'ladı. Boşta olan eli ile çantamı alıp kapalı klozetin üzerine koydu. Ardından hafifçe eğilip sol eliyle sağ bacağımı , sağ eliyle sol bacağımı kavrayıp ( Biriyle karşı karşıya olunca sağa sol, sola sağ denk geliyor.) beni tek seferde kucağına aldı.
Kollarımı boynuna doladım. Kapımız çalınca yaşlı bir adam sesi duydum, "Jungkook?". Göğüslerim onun omuzlarına baskı yaparken gülmemek için dudaklarımı birbirine bastım. Bana baktı, "Efendim?" Dedi elleri düşmemem için kalçalarımı kavrarken.
Adamın sesi kesildiğinde telefonum çalmaya başladı. Telefon melodim tam bir kız melodisi olduğu için 'siktir' deyip telefonu kapadım.
Yaklaşık beş dakika orada durduktan sonra gevşemiştik, kolları yorulmuş olacak ki biraz aşağı kaydım, kızlığım tam aletinin üzerine baskı yapıyordu.
Aletinin git gide sertleştiğini hissetiğim de nefes alıp verişleri kulağımı doldurdu. Zevke geldiğini anlamıştım. Ardından beni yavaşça yere bıraktı, kapıyı açıp kafasını dışarıya uzatıp kimsenin olup olmadığına baktı. Kimsenin olmadığını anladığında bana gitmem için işaret etti.
Kafamla onayladım ve oradan çıktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DADDY'S MİLK | SNAEKR
Fiksi PenggemarDuşakabine girdiğimizde; sakin ve olgunca su sıcaklığını ayarlamaya başladı. Onu inceliyordum, "Altın şapkalı Jungkook."dedim. Sonunda suyu ayarladığında, fıskiyeden su tepemizden, tırnağımıza akıtıyordu. "O ne demek?"dedi. Koyu kahverengi gözleri ü...