"Alo?"
Bunu en başında hiç yapmamalıydım.
"Alo?" Edward ünlemini yineledi.
Bir şey söylemezsem kapatacağını biliyordum. Konuşmak zorunda olduğumun farkındaydım. Bir iç geçirdim. "Merhaba."
Onu neden aradığıma dair güçlü bir sebebim vardı, ama neden onu aradığım hakkında akla yatkın herhangi bir gerekçem yoktu. Öylesine büyük bir boşluğa düşmüştüm ki, beni oradan çekip çıkarabilecek tek isim olarak ansızın aklıma düşmüştü. Beni yine konuşmalarıyla rahatlatmasına ihtiyacım vardı. Onu görebilmek için biraz alkol bile alabilirdim. Şiddetli bir baş ağrısı, şiddetli diğer ağrıların hepsinin yanında çok daha tercih edilesi dururken bu, üzerinde düşündükçe o kadar da kötü bir fikir gibi gelmedi.
"Aletheia?"
"Seni görmeliyim." Vakit kaybetmeden kestirip attım.
İtiraz etmemişti. Konuştuğunda günlerdir adını ağzına almadığım Tanrı'ya bir şükür sebebi olmuştu. "Neredesin?"
Hayatımda böyle birine ihtiyaç duyduğumu, böyle birine ihtiyaç duyana dek fark etmemiştim. Edward'ın; kötü hissettiğim anlarda, nerede olduğunu bilmesem bile arayabileceğim, onu görmek istediğimi söylemekten çekinmeyeceğim ve onun da sadece nerede olduğumu sorup oraya gelmeyi dert etmeyen birisi olarak hayatımdaki varlığını sürdüreceğini bilemezdim. Şimdi, ağzımdan kaldığım yerin adresi parça parça dökülürken zamanla kalbimin de parça parça ona döküleceğini tahmin dahi edemezdim. Edindiğim ilk yakın erkek arkadaş oydu ve çoğu fikrimdeki buzları kırmama yardım edecek kadar iyi birisiydi.
Sırf bu sebeple bile geldiğinde ona kocaman sarılmak istiyordum.
Bayan Aldrin'in uyuyor olduğundan emin olduktan sonra parmak ucumda hareket ederek balkondan dışarı çıktım. Kapının önüne kapanmaması için süs eşyalarından birini yerleştirip doğruldum. Kuru gökyüzünün altında minik adımlarla ilerlemeye koyuldum.
Gökyüzünde eskisi kadar sık yıldız yoktu bugün. Başımı kaldırmaya bile vakit bulamadığım günlerin bir başkası olduğu için bu konuyla ilgili bir genelleme yapamıyordum, ancak yıldızlı yaz gecelerini geride bırakmış, tatlı ve sinir bozucu derecede zahmetsiz günler yerine soğuk, beklenmedik ve kafa karıştırıcı günler içindeydik.
Sonbahar yeryüzündeydi. Onu ağaçların yapraklarında, tutarsız hava değişimlerinde, kapanmaya başlayan pencerelerde ve en çok da kalplerimizde hissedebiliyor, görebiliyordum. Bu sene onun gelişine sevinmemiştim. Yalnız gelecekti ancak yalnız ayrılmayacaktı ve kışa girdiğimizde her şey bambaşka olacaktı.
Kazağımın kollarını çekiştirip ellerimi sakladım. Alıp verdiğim her nefesi renge bürünmüş bir hâlde görebiliyordum. Dünya karanlık yorganını üzerine çekmiş, sessizce uyuklamaya çalışırken Edward'ın erken gelmesini diledim. Olabildiğince erken, çünkü hava gerçekten soğuktu.
Ön kapıya doğru ilerledim. Zili çalıp oynamaya çalıştığım oyunu bozmasından korkuyordum. Geldiğinde onu arka tarafa götürecek, Bayan Aldrin'in odasından uzakta bir noktada onunla bazı şeyler hakkında konuşacaktım. Gün içinde fırsat bulduğum vakitler kısıtlıydı ve Bayan Aldrin, bu konuya dün ya da ondan önceki günde olduğu gibi sevimli yaklaşmayabilirdi. Yoksa gece yarısı Edward'ı rahatsız etmeyi istemiyordum.
Umutlarım tükenmeye başlamışken tüm caddede yankılanan ayak sesleriyle kulak kesildim. Ellerini ceplerine daldırmış bir şekilde buraya doğru yaklaşan uzun gölge o olmalıydı. Sokak lambası henüz yüzünü ifşa etmediğinden gelen kişiye tereddütle yaklaşıyordum. Dayanamayıp başımı hafifçe öne eğdim ve yüzünü görmeye çalıştım. Elde ettiğimse hiçlikti. Neden bu kadar karanlıktı ki?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
she got hell to pay, [1/2]
Short Story❝Eğer gözün günah işlemene neden olursa onu çıkar at. Tek gözle yaşama kavuşman, iki gözle cehennem ateşine atılmandan iyidir.❞ ─ Matta 18: 9 blasphemy ikilisi, birinci kitap. zain javadd malik | 10.06.2019