Neler olduğu hakkında doğru düzgün bir fikre sahip değildim. Büyük anneme ne olmuştu bilmiyordum. Onu apar topar götürdüklerine göre epey kötü bir şey olmalıydı. Onu nefes almazken görmemi kötü bir sanrıya bağlıyor, buna inanmayı reddediyordum. Ama ondan, bir saat kadar öncesinden beri hiçbir haber alamıyordum. Düşünüldüğünde bu oldukça normaldi çünkü bana ulaşabilecekleri hiçbir şeye sahip değildim. Ne arayabilecekleri bir telefonum vardı, ne de postayla haber yollayabilecekleri, kendime ait bir evim.
Bir saat içinde tüm yaptığım şey iki bardak meyve suyu bitirmekti. Edward içlerine biraz viski karıştırdığı için baş ağrılarım hafifler gibi olmuştu. Sadece bulunduğum bar/kafeterya arası bu mekân biraz sallanıyordu, o kadar.
Edward'ı, birlikte görmeyi en son beklediğim bir insanla birlikte görmüş olmam umurumda olmamıştı, veya onunla yalnızca bir gece yarısı yarım yamalak bir vakit geçirmiş olmamız. Yalnız kalmanın benim için iyi olmayacağını hissedebiliyordum. Kafamı kaldırır kaldırmaz onunla karşılaşmam ise güzel bir tesadüf olmuştu.
Birlikte sessiz bir yolculuk geçirdik. Yürüyüşümüz biraz uzun sürmüştü ama buna değmişti bile denebilirdi. Edward'ın beni getirdiği bu yer, bir bar denemeyecek kadar sakin, bir kafeterya denemeyecek kadar da fazla içki barındıran menülere sahipti. Arkadaşları ile sürekli burada vakit geçirdiği için aklına ilk gelen yerin burası olduğunu söylemiş, daha iyi bir yer düşünemediği için benden özür dilemişti ama ona susmasını söylemiştim. Burası güzeldi. Kalabalık da değildi. Yalnızca birkaç garson, birkaç küçük grup ve bir-iki tane de bu samimi ortamdan ayrı takılanlar vardı.
Cam kenarındaki yuvarlak masaya oturmamızın ardından kırmızı, sunta masaya tırnaklarını vurarak beni izleyen Edward'a olan biteni anlatmıştım. Belki de daha sonra bunun pişmanlığını yaşayacaktım, ama o an anlatmak rahatlatıcı gelmişti. Böylelikle ondan tavsiyeler de alabilmiş, eski mantık yancısı düşüncelerime ulaşabilmiştim.
Bir garson gelene dek bunun üzerinde konuştuk. Edward kendine bir kadeh viski söylerken ben oyumu şeftali aromalı meyve suyundan yana kullanmıştım.
İçeceklerimiz geldiğinde Edward birkaç damla viskiyi meyve suyuma damlatırken ona asice bağırdım.
"Bir dene." dedi o ise sadece. Bana da denemek düştü.
Bunu bir başkası yapsaydı onu azarlayıp buradan ayrılırdım. Edward'a güvenmeye başlıyor olduğumu bu şekilde fark etmiştim. Kendime benzettiğim yanları çoğunluktaydı. Ek olarak bana karşı kötü bir tavrını henüz görmemiştim. Çevresinde bulundurduğu kişilere karşı biraz hoşgörüsüz yaklaşıyordum yalnızca, ama buna engel olamıyordum.
Meyve suyuna karışmış viskinin tadı hayvan dışkısı gibiydi. Yüzümü buruşturarak aldığım yudum Edward'a kocaman bir kahkaha attırmıştı. Ben ekşiyen yüzümle bardağı masaya geri bırakırken bile sarsılarak gülmeye devam ediyordu. Elimde değildi ki usulca gülümsemiştim. Güzel ve bulaşıcı bir gülüşü vardı.
"İstersen değişebiliriz." Sonunda gülmeyi kesti. Elindeki kadehi hafifçe sallarken gözleri iddialı bir şekilde gözlerime dikilmişti. Tüm bunları beni güldürmek için mi yoksa gerçekten eğlenceli biri olduğu için mi yaptığını henüz anlayamıyordum.
Başımı hızla iki yana salladım. "Bu mide bulantısıyla yaşayabilirim ama daha fazlasıyla, ah, hiç sanmıyorum dostum."
Her şeye rağmen hevesli görünüyordu. Bardağını bana doğru ittirdi. "Bence bunu yapabilirsin."
Başımı kaldırmadan yalnızca gözlerimi ona çevirdim. Kaşlarımı soru sorarcasına kaldırmıştım. Bunu yapabilir miydim gerçekten?
"Bu o kadar da iyi-"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
she got hell to pay, [1/2]
Historia Corta❝Eğer gözün günah işlemene neden olursa onu çıkar at. Tek gözle yaşama kavuşman, iki gözle cehennem ateşine atılmandan iyidir.❞ ─ Matta 18: 9 blasphemy ikilisi, birinci kitap. zain javadd malik | 10.06.2019