Yedi tepenin, kırmızı saban izlerinin, mavi dağın üstünden
Rüzgâr eserken ne yapıyordu ki kadın?
Fincanları mı yerleştiriyordu? Önemli bir şey bu.
Pencerede miydi, dinliyor muydu?
O vadide tren çığlıkları yankılanır çengellerdeki ruhlar misali.
İnekler semirse bile, ölümün vadisidir bu.
Bahçesinde nemli ipeklerini sarsarak çıkartır yalanlar
Ve katilin gözleri devinir salyangoz misali ve yan yan,
Parmaklarla yüzleşmekten aciz, şu egoistlerle.
Bir kadını duvarın içine sıkıştırıyordu parmaklar,
Bir bedeni bir piponun içine, ve duman yükseliyordu.
Budur kokusu yanan yılların, burada, mutfakta,
Hiledir bunlar, aile fotoğrafları gibi raptiyelenmiş,
Ve bir adamdır bu, bak gülümsemesine,
Ölüm silahı mı? Kimse ölmedi ki.
Hiç kimse yok evde.
Cila kokusu var, peluş halılar var.
Radyonun yaşlı akrabalar gibi kendi kendine konuştuğu
Kırmızı bir odada canı sıkılmış o serseri
Güneş ışığı var, bıçaklarıyla oynamakta.
Bir ok gibi mi gelmişti, bir bıçak gibi mi gelmişti?
Zehirlerden hangisidir ki bu?
Sinir burucularından, çırpındırıcılardan hangisi?
Cesetsiz bir vakadır bu.
Ceset bu işin içinde yer almaz kesinlikle.
Bir buharlaşma vakasıdır bu.
Önce ağız, ki yokluğu rapor edildi
İkinci yılda. Doymak bilmez bir şeydi
Ve ceza verileceğinde canla başla konuşurdu
Kahverengi meyvenin buruşup kuruması gibi.
Göğüsler bir sonraki şey.
Katıydı bunlar, iki beyaz taş.
Sarı gelmişti süt, sonra mavi ve su gibi şirin.
Dudakların yokluğu yok, iki çocuk vardı,
Fakat kemikleri gösterildi onların, ve ay gülümsedi.
Sonrasında o kuru koru, kapılar,
Kahverengi anaç saban izleri, o bütün mâlikane.
Havada yürürüz, Watson.
Sadece ay var, fosforla mumyalanmış.
Sadece ağacın birinde bir karga var. Notlar al.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sylvia
PoesíaBu yalnızca Sylvia, yani tüm zihnimi içinde binlerce anlam barındıran tek bir cümlesiyle allak bullak edebilen, kusurlarla kuşanmış kusursuz kadın. Ve bir de manik-depresyonun bir faydası. Şiirler için İsmail Haydar Aksoy'a teşekkürler!