2. Bölüm.

1.1K 74 31
                                    

Deniz'i Ezgi Eyüboğlu olarak hayal ediyorum, öyle yazıyorum ama tabi siz istediğiniz kişiyi hayal edebilirsiniz. Keyifli okumalar. 🌹

Ayakkabısını giydirirken hala aynı şeyi söylüyordu.

"Kızım istersen taksi tutalım ben de seninle geleyim. Böyle içim rahat etmiyor."

Cihan ayakkabısının bağcığını bağlayan annesine baktı. Her sabah onu böyle görünce, tarif edilemez bir acı hissediyordu kalbinde. Bunca zaman tek başına savaşmak zorunda kalmıştı. Kendisini hiç hazır hissetmese de artık dış dünyaya alışmasının vakti geldiğini biliyordu.

"Gerek yok anne. İlk gün geldin zaten çocuk muyum ben? Okula değil işe gidiyorum artık."

Annesi gülümserken çömeldiği yerden kalkmadan Cihan'ın ellerini tutup küçük öpücükler bıraktı.

"Evet benim kızım artık işe gidiyor, çocuk değil ama endişelenmeden duramıyorum. Her sabah çeviriyorsun bu tekerlekleri, kolların ağrımıyor mu?"

Cihan gülümsedi, annesinin ellerini sımsıkı tuttu.

"Ağrımıyor merak etme. Haydi çıkayım artık geç kalacağım."

Kızına ne derse desin hiçbir şey kararını değiştirmeyeceği için doğruldu, kabanını giydirdi, sokak kapısını açarak dışarı çıkmasına yardım etti.

"Önünü iyice kapat."

Cihan kabanının düğmelerini ilikledikten sonra gitmek için sandalyesinin tekerleklerini tutmuştu ki annesi yanağına sulu bir öpücük bırakınca gülümsedi, ona döndü ve sesini kalınlaştırarak, "Eve ekmek getireceğim akşama güzel sofra isterim." dedi. İkisi de gülmüştü.

"Tabi en güzel sofrayı kuracağım ben evimin direğine."

Cihan el salladıktan sonra tekerlekleri çevirmeye başladı. Sokağın bitişine kadar annesinin arkasından baktığını biliyordu. Bu yüzden daha hızlı çevirmeye başladı. Kasım ayının soğuk havası yüzünü okşarken gökyüzünde yer almaya başlayan Güneş'e baktı. Dünyada en çok sevdiği şey Güneş'in doğuşu ve batışıydı. Her gün yeniden uyanabilmek için bir sebebe ihtiyaç duyduğunda odasının penceresinden gökyüzünü izlerdi. Yağmur yağdığında gri bulutların güzelliğini, kar yağdığında evinin çatısından pamuk atıyorlarmış gibi düşünüp kendi kendine güldüğü mevsim gelmişti. Kışa girmenin mutluluğu dışında artık bir haftadır sahip olduğu bir işi vardı. Sekreter olacağı aklına bile gelmezdi! Gazetede ilanı gördüğünde annesine sormadan arayıp başvurmuştu. Hem evine yakındı, eline geçen ilk fırsattı. Trafik ışıklarına geldiğinde yayalara kırmızı yandığını görüp soluklandı. Arkasına yaslanınca omuzlarının ağrısını hissetmeye başlamıştı. Ellerini on iki yıldır hissedemediği dizlerinin üzerine koydu, iç çekti. Talihsiz bir kaza sonucu on beş yaşında belden aşağısı felç kalmıştı. O kara günden birkaç silik anı dışında hiçbir şey hatırlamıyordu. Özel eğitim görmüş, dişini tırnağına takarak lise ve üniversite okumuştu. Bu süre içerisinde on yıldır görmediği babasının aksine annesi hep yanındaydı. Desteğini üzerinden hiç çekmemişti eline geçen fırsatı değerlendirebilirse, ona karşı olan borcunu artık ödeyebilecekti. Tek başına ev geçindirip kendisine bakarken ne kadar çaresiz kaldığını biliyordu. Çiçekçilik doğru düzgün bir para getirmiyordu. Bir günde üç part time işte çalıştığını bile hatırlıyordu. Yeşil yandığında derin bir nefes alarak tekerlekleri çevirmeye devam etti. Karşıya geçip sokağın girişine geldiğinde, başını kaldırdı. Birkaç sokak önünde olan holdinge baktı. İlk iş günü aklına geldiğinde güldü. Efe Bey'in iyiliğini hayatı boyunca unutmayacaktı. Saatine bakıp yirmi dakika kaldığını görünce hızlandı. İşi sekiz buçukta başlıyordu. Holdingin önüne geldiğinde nefes nefeseydi. Gereksiz telaş yapıyordu ama her zaman geç kalmaktansa erken gitmenin en iyisi olduğunu düşünmüştü. Dönen kapılardan geçti, insanların bakışlarını aldırmamaya çalışarak gişelerin başına duran güvenliğe kartını verdi. Sandalyesiyle geçemediği için her sabah onun yerine kartı okutuyordu.

Güller ve DikenlerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin