Bulut geçti..
Gözyaşları kaldı çimende..
Gül rengi şarap..
İçilmez mi böyle günde..
Seher yeli eser..
Yırtar eteğini gülün..
Güle baktıkça çırpınır yüreği bülbülün..Yazar..
Bir şair aşkı şöyle tanımlar; aşk, küçükken insanların işlerine geldiğinde büyük, gelmediğinde hala küçük olması gibidir. Asıl aşk içinde zoru gördüğünde küçülmek değil, zorluklara rağmen hala büyük kalabilmektir. Minseok ve Jondae de en zor sınavlarından geçiyordu şimdi ama ikisi de küçülmeyi, tekrar çocuk olabilmeyi bir kez dahi geçirmemişlerdi akıllarından. Minseok'a göre aşkın tam karşılı Jongdae'ydi. Ona göreyse aşkın tam tanımı Minseok'du. Cümlelerin yazılışları farklıydı ama kalpleri birdi onlar için. İkisi de birbirleri için her şeylerinden vazgeçerlerdi, Minseok'da sevdiği adamın hayatı için tek varlığından vazgeçmişti birkaç yıl önce. Belki yaptığı en büyük hayataydı, belki de hiç ayırmamalıydı onu yanından ama bilmiyordu gittiğinde onu daha beter öldüreceğini.
Sehun ve Kyungsoo ile tümüyle silahla donanıp o evden çıktığında sadece sevdiği adamı kurtarmaya odaklıydı Minseok. Belki kendisi bu defa gerçekten ölebilirdi ama o yaşamalıydı. Birlikte büyüttükleri aşkları için yaşamalıydı, mesela Jongdae melekleri kıskandıracak kadar güzel güldüğü için yaşamalıydı. Minseok ölümü her şeyiyle hak etmişti belki ama ölüm en çok Jongdae'ye yakışmazdı onun için. Sevdiği adamın yerini öğrendikleri gibi siyahlar içine bürünüp Kyungsoo'nun kendileri için hazırladıkları silahları aldılar. Baekhyun korkuyla onlara bakarken mırıldandı.
"Sizi önce ben öldüreceğim çocuklar. O yüzden bebeğimi de alıp, sapa sağlam buraya dönün."
Minseok başıyla onaylayıp burukçada olsa gülümseyerek Baekhyun'a karşılık verdi tabancayı beline geçirirken.
"Onunla geri döneceğim Baekhyun. Siz de Jongin ile kalın, bu evden kimse ayrılmayacak anlaşıldı mı? En güvenli yer şu an burası."
Hepsi başıyla onaylarken, Jongin eşi Kyungsoo'ya sıkıca sarıldı ve uzunca vedalaştı. Minseok onları o an ayırmak istemesede şu an mecburdu. Kendi içinde söz vermişti Jongin'e hem kendi eşini kurtaracaktı, hem de onun eşini sapa sağlam eve getirecekti. Uzunca vedanın ardından ciddileşen sesiyle konuştu Minseok.
"Sehun, Kyungsoo gidelim mi? Ve Jongin sana eşini sapa sağlam getireceğim dostum."
"Öyle yapsan iyi olur Kim Minseok, yoksa seni öldürmek isteyenlerin sırasına beni de eklemelisin."
Gülümsemesinin ardına sakladığı korkuyla evden çıktıklarında Minseok hiç olmadığı kadar gergin olduğunu fark etsede, belli etmemeye çalışarak arabaya atladı. Onu kurtaracağını biliyordu, yani kurtarmak zorundaydı değil mi? Onsuz yaşayamazdı, Jongdae'nin var olmadığı bir dünyayı hayal bile edemezdi. Arabanın içinde sesiz geçen birkaç dakika da Minseok dalgın dalgın kararmaya yüz tutmuş gökyüzünü seyrederken arabayı kullanan Sehun sesizliği bozmuştu.
"Ne düşünüyorsun Minseok?"
Minseok duyduğu soruyla sanki bunu bekliyormuşçasına başını arkadaşına çevirip soruyla karşılık verdi.
"Sizce o iyi midir çocuklar?"
Kyungsoo derin bir nefes alıp arka koltuğa yayılmış bedenini toparlayıp kafasını öne doğru uzattı ve Sehun bir şey diyemeden araya girdi.
"Bundan eminim Minseok, o güçlü bir adam. Bence senden bile güçlü hatta."
Son cümlesiyle hem kendisi gülümsemiş, hem de Sehun'u gülümsetmişti Kyungsoo. Arkasına tekrar yaslanırkende Sehun araya girdi.