yirmiiki

202 12 4
                                    

Olcay'dan

"Kışın ortasında turnuva yapmak ne ya?" diye isyan eden Kerem'e göz devirdim.

"Kapalı alanda yapılan satranç turnuvasının kış ile ilgisi nedir, kardeşim?"

Cüneyt'in dediğine katılıyordum ama ağzımı açasım gelmediğinden sadece başımı salladım ve boş bir yer bakındım. Okulumuzun satranç turnuvası vardı ve manyak hocamız, bizi buraya getirmişti. Değişiklik olacakmış da...

Bir yer bulup oturduğumuzda iki masa vardı yalnızca ve ikişer kişi oturmuş, satranç tahtasına bakıyorlardı. Saçma sapan bir şekilde dakikalarca onu izledik.

"Bizim başkan değil mi bu?" dediğinde Kerem'e anlamayarak baktım.

"Bizim?"

"Geçen bakıcılığını yaptığımız sınıftaki mini boy başkan."

Ona göz devirsem de onayladım başımla.

Saatime baktım. Bu kadar düşünecek ne varsa bir türlü bitmiyordu. İnsanlar böyle şeylerden nasıl zevk alabiliyor, anlamıyordum. Daha hareketli şeyler seven bir yapım vardı.

Sıkıcı, ruh emici dakikalardan sonra nihayet bitmişti. Bizim olmayan başkan birinci, rakibi ikinci, diğer masadaki kız üçüncü, oğlan da dördüncü olmuştu.

"Bizi bi' salsalar keşke..." İnan, onu ben de o kadar çok istiyorum ki...

"N'oluyor amk? Ağzını açtığın yok. Trip mi atıyorsun?"

"Ne tribi, geri zekalı? Sana trip atsam ne olacak hem?"

Omuz silkti. "Doğru. Ama n'oldu? Neye sıkkın canın? Ağızlarını, burunlarını dağıtırız onların."

Tebessüm ettim. "Yok bir şey."

"Bence bir hediyeyi hak ediyorum." diyerek arkadan çarpan kızın, istediği hediyenin bu olmadığına adım gibi emindim. Ona dönüp baktığımda kalçasını ovuyordu.

"İyi misin?"

"İ-iyiyim." diyen başkana elimi uzatsam da elim havada öylece kaldı.

"İyisin, değil mi, güzel kızım benim? Bir kere de dikkatli olsan kalpten gideceğim zaten." Babası olduğu anlaşılan adam, elimi görmezden gelip hatta üstüne biraz ittirince göz devirmemek için kendimi zor tuttum. Kızını yiyeceğim çünkü ben.

"İyiyim, baba." dedi ince bir ses. Sesinin çocuk sesinden pek bir farkı yoktu.

Kerem'e baş işareti ile gitmemizi söyledim. "Eee, anlat bakalım."

"Yok bir şey be!" diye cansızca inkar ettim.

Tüm gün surat asmış, arada telefonumu kontrol etmiştim. Ama bilinmeyen şahıstan hiçbir mesaj yoktu. Sanırım gerçekten artık bitmişti. Hoş, başlayan bir şey de yoktu.

Kendini sevmeyen, kendisine saygısı olmayan insanlara hissettiğim en belirgin şey, acımaydı. Ama düşününce bunun da kesinlikle hissedilmemesi gerektiğine inanıyordum. Bu, onu kötü hissettireceği için değil; böyle insanlara acımanın yersiz olduğunu, her şeyi aslında kendileri yaptıkları için acınası bir durum olduğunu düşünmememden kaynaklıydı.

Belki biraz acımasızca ama durum buydu...

O aptal kızın da kendini bu denli sevmemesi, kendini sevgiye layık görmemesi sinirlerimi yıpratmıştı. Niye yıpratıyorsa sanki?

Bana ne yani, bana ne?

Son kez telefonu kontrol edip gözlerimi kapattım.

******

Ellerim ceplerimde kantine giderken Kerem'in en son deneme sınavı hakkında engin küfürlerini dinliyordum.

"Hadi, hadi ekonomik kankam!" diyen ayakları biraz havada bir oğlan geçti.

"Ama öldüm ki ben!" diye sızlanan ince bir ses duyduk.

"Ama iddiayı da ben kazandım."

"Amk! N'apıyor bu veletler ya?" diye sızlanan Kerem'e döndü bir an bakışlarım, tekrardan ikiliye çevrildi.

"Şuraya kadar yalnızca."

"En best kankan olduğumdan kabul ediyorum."

Kerem, boş masa bulunca orayı işaret etti. Bense geçmesini söyleyip kantin sırasına ilerledim. İkili yine önümdeydi.

"İn artık!" deyip üstündeki çocuğu itti kız. Çocuk inince elini beline götürüp yavaşça doğrulunca onun başkan olduğunu gördüm.

"Zavallı belim... Hiç utanmıyor musun kendini bir kıza taşıtmaya?" Şahsen ben kendimi acındıracak olsam o an, 'minik' kelimesini de eklerdim.

"Ben cinsiyet ayrımcılığına karşıyım, yavrum. Yoksa sen pis bir seksist misin?" deyip kolunu omzuna attı.

Sıra daha uzundu ve ben, salak gibi onları izliyordum. Yani, çaktırmadan...

"Belimi kır, kır; sonra gel. Oldu(!) Uzaklaş benden!" deyip elleriyle çocuğu itmeye çalışsa da başaramadı. E, velet de bıyık altından güldü haliyle.

"Gülme pislik!"

"Çana çütünü vermediler de çen büyüyemedin mi? He annem?" Kız, gözünü devirip başını çevirince göz göze geldik. İlk önce şaşkınlıktan gözünü büyütse de sonra kısa bir baş selamı verip önüne döndü.

"Sen, ailedeki genleri ve yemekleri sömürdün diye bana laf söyleyip durma, gerçekten çok fena yapacağım seni!"

Yüzünü, kızın yüzüne yaklaştırdı. "N'aparsın, minnak kuşum?"

"Bunu!" deyip elleriyle çocuğun kafasını iki yandan tuttu ve kafa attı. Kafa attı dediysem de başını kaldırıp diğerininkine vurdu.

Şaşkınlıkla ikisine bakarken istemsizce geri adım attım. Gülmemek için dudaklarımı bastırırken oğlan, alnına götürüp elini, orayı ovaladı. Daha vahimi ise-

"Kafan taş gibi!" Başkan, kendini resmen yere atmış, alnını tutuyordu. İrileşmiş gözleriyle çocuğa bakıyordu.

"Yavrum, benim her yerim taş gibi de sen..." deyip şöyle bir süzdü ve elini çekip baktı. Sonra ona elini uzatıp kaldırdı. "Ay, büyümüş de bana kafa mı atarmış?" dedi çocuk sever gibi.

"Sevimsiz," diye homurdanıp elini hafifçe alnına değdirdi.

"Gel buraya. Bakayım bir." Dudak büküp karşısına geldi ve elini çekti. "Çok mu kötü? Bence öyle."

"Yok, bir şey. Biraz kızarmış o kadar." diye yalan attı.

"Yalan atıyorsun."

Sıra onlara gelince alacaklarını söylemeye başladılar.

_______________________________________

Bu da boyle bos bir bolumdu.

Klavye Delikanlısı | Texting Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin