Olcay'dan
Bir haftayı geçmişti ama Bayan Bilinmeyen'den hâlâ mesaj yoktu.
E tabii olmaz; hevesti, uğraştı, baktı olmuyor, bastı gitti.
Ondan mesaj gelmiş mi diye bakan benim geri zekalı!
“Amk böyle okulun! Yeminle bıktım. Bir yıl ya,” diyip işaret parmağının ucunu gösterdi. “Bir yıl, amk! Bir yıl daha sabredemediler ki mezun olayım!”
“Oğlum, senin alt takım kan ağlıyor herhalde. Ne bu böyle, sinir fıçısı gibisin! Yeter be!”
İnanmaz bir şekilde baktı. “Abiciğim, sen neden sakinsin asıl ya! İş birliği diyorlar, alt-üst diyorlar, ne diyorlar!” Gözlerinden ateş püskürürken olaydan habersiz ben, o ateşleri buza çeviriyordum.
“Ne işbirliği lan?”
“Ohoooo!” diyip kendini sandalyeye bıraktı. “Paşamın haberi yok, geliyor bana laga luga yapıyor.”
Bu gereksizin bir bok anlatmayıp anca boş yapacağını anlayınca Cüneyt'e hayırdır bakışı attım.
“Bizim antin kuntin müdür, sınıfları eşleyip yarışma yapacakmış. Ortaya karışık bir şey işte... Neymiş efendim; kaynaşacak, takım ruhu geliştirecek ve sosyal anlamda daha aktif olacakmışız.”
“İşsiz bu adam!” diye homurdandım.
“Aslında kaynaşmak amaçlı iyi olabilirdi ama alt sınıflarla olmasaydı...” diyen Buse'ye göz devirdim.
Tamam, ben de alt sınıf sevmem ama seni biliyorum, Buse.
“Bebelerle ne işimiz olur allasen?”
Kerem, son gaz mızmızlanmaya devam ederken etrafı seyretmeye başladım. Şu anlık yapabileceğim daha iyi bir şey yoktu.
İlerideki masalardan birinde bir kız ayakta birine bir şeyler diyordu. Daha sonra eğilip bir şeyler diyip kantini terk etti. Bakışlarımı tekrardan masaya çevirdiğimde elindeki tostuna bakan başkanı gördüm. Burnunu çekerek kafasını kaldırdı ve ince çerçeveli yuvarlak gözlüğünü iterek gözünün altını sildi. Tostundan bir lokma alıp yutmadan bekledi.
Bekledi, bekledi, bekledi.
“N'aber, ekonomik kankam?” diye coşkuyla yanına gelen çocuğu, sanırım tüm kantin duymuştu. Ürkekçe etrafına bakıp yüzü kızararak önüne döndü. Lokmasını yutup ağzında bir şeyler geveledi.
Çocuk, daha geniş sırıtarak masaya oturduğunda kızı, sandalyesiyle beraber çekti. Yine suratını asarak bir şeyler gevelese de bunun küçük bedeni ile ilgili bir şeyler olduğunu tahmin ettim. Bu da beni gülümsetti.
Başkan, gerçekten küçüktü. Bunu 1.96 boyunda biri olarak söylemiyordum. 1.55 bile demezdi muhtemelen boyu. İnce pantolonu bile oldukça bol görünüyordu. Beden eğitimi dersinden hatırladığım kadarıyla gövde kısmı da inceydi. Topun yanında minik kalan elleri ve incecik parmakları vardı. Bileği, tek hareketimle kırılacak kadar zayıftı.
Bence ben rahatlıkla kırardım.
Aşağı inen gözlüklerini işaret parmağı ile kaldırdı. Tostunu biraz daha yedikten sonra kalan büyük kısmı çocuğa uzattı.
Çocuk da durar mı?
Hemen kapıp yanağından makas aldı. Her ne kadar ona bakarken surat assa da başka tarafa bakınca tebessüm etti başkan. Ayranından bir yudum alıp ağzındaki ambalajı tamamen çıkardı, içmediği tarafı çocuğa döndürüp uzattı.
Çocuk, onun bu hareketi üzerinde gözleri parlayarak güldü ve yanağını öptü. Başkanın “Iyyy!” sesi ta bize kadar geldi. Hemen yanağını silip “Yağlı yağlı, iğrençsin.” dedi. Hassas bir teni olacak ki peçete ile sildiği yer kızardı hemen.
“Ne kestin be!” diye böğüren Kerem'le kendime geldim.
Ona göz devirip masadan kalktım. “Ben sınıfa gidiyorum.” Ellerim, ceplerimde kantinden çıktıktan sonra sınıfa gittim. Kafamı sıraya koyduğum gibi gözlerimi yumdum. Bir parça huzur istiyordum. Kafamı dinlemeli, zihnimi temizlemeli ve yola devam etmeliydim.
_______________________________________
Gercekten ne kadar kestin be kardesim yuh yani
Basrolleri karsilastirmak icin iyice sacmaladim. Ama yeter mi? Yetmez. Daha cok sacmalicam.
Yavas yavas artik olaylar baslayacak. Artik pek texting goremicez. Cunku... Cunkusu bana kalsin. Soylersem spoilerimsi olur.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Klavye Delikanlısı | Texting
Short StoryBilinmeyen Numara: İyi günde, kötü günde, hastalıkta, sağlıkta benimle evlenmeyi kabul ediyor musun Olcay Ozan? Olcay: Hayır. Bilinmeyen Numara: Kestik, kestik. Bilinmeyen Numara: Napıyosun, Olcay? Burada evet demen gerekiyordu. Bilinmeyen Numara:...