Hissetmek en zoru olurdu. Kabullenemediğiniz bir varlığı yok etmekse en zoruydu. Ellerim tutmuyor belki bedenimi hissetmiyordum. Kendimde olamıyor babama kabullenemiyordum. Kardeşimin katili olmadığıma kendimi ikna edemiyordum. Doğrular kara bir doğum lekesi gibi üzerime sinmişti. Ne kadar kazırsam kazayım, ne kadar sürtersem sürteyim orada benimle olacaktı. Ta ki ölesiye kadar gözlerimi buraya kapatasıya kadar benimleydi. Toprak ölümüm kadar benimleydi. Hastanenin dışı kadar içi de kasvet doluydu. Hastaneleri Toprak'tan sonra sevmez olmuştum. İçinde barındırdığı binlerce acıya susmuş olan hastane koridorlarından nefret eder olmuştum. Bencilliğinden susar olmuştu. Bir ambulans duruyor acilin önünde içinden bir sedye çıkıyor Toprak'ın soluk benzi burada duruyor. Kapıların ardında bedenim duruyordu. Acılarımın yüzü bana gülüyor gözyaşlarım kendini yeryüzüne bırakıyordu. Annem beni kucaklıyor babam destek olduğu vakitte en büyük darbesini yüzümde bırakıyordu. Ölüyordum. Ölmeyi derinden ikinci kez hissetmeye başlıyordum. Ellerim ilaç kokuyordu bilemiyordum belki de öyle hissetmek istiyordum. Toprak'ın kokusunu üzerimde hissetmek istiyordum. Bankta oturan benliğim kendini soyutlamıştı. Önümden suretlerini ilk kez gördüğüm insanlar koşuşturmaca içinde geçiyor iyi haberler bekliyordu. Ben bekleyememiştim iyi bir haber onlar bekler miydi? Bankın yanında bir hareketlilik hissetmiş olsam da bakamamıştım. Kalın sesi kalbime ilişemeden kırılmıştı kulaklarımın içinde. "Doğa'm." Babam. "Özür dilerim canımın içi." Kalbim ağrıyor, beynim iflas ediyordu. Bir insanın kalbi bu denli ağrır mıydı? Canımın canı ağrıtıyordu ellerinin getirdiği darbelerin sözleri. Kalın sesinin resmiyeti kırılmış kızının acısı sesini burmuştu. "Ben bilemedim. Ben yapmak istemedim. Çok acıttım mı kalbini?" Kalbimi acıtmamış bin yerinden parçalara ayırmıştın. Hiçbir zaman babamın beni çok sevdiğini düşünmedim hep bir nefret beslediğini düşünürdüm. Kimse kimseyi bu denli sevemezdi değil mi? Sevemezdi. Bir tokat kadar sevmediğini düşünmezdim. Sıcacık elleri soğuk yanaklarımı tutmuştu. Bir çocuğun ruhu ölmüştü. Ölen bir çocuğun ruhunda gözyaşları dökülmeye başlamıştı. "Baba! Sen beni çok parçaladın." Sıcak elleri bırakmıştı yanağımı sarılmıştı sıkıca küçük bedenimin üstüne bir kalkan gibi. Babamdı. Beni koruyan, seven ve nefretini gösteren. " Ben sana kurban olurum." Hıçkırarak bırakmıştım kendimi. Belki çok sevdiğim adamın kollarına belki de Toprak'ımın acısına. Ama en çok kendimi bırakmıştım bu hikâyede. "Baba, ben öldürmedim. Ben öldürmedim Toprak'ı." Babam sesini mühürlemiş sadece bana sarılır olmuştu. Yakıyordu evladının acısı ellerini. Yandığı topraklara uzatmıştı kollarını da sesini çıkartmıyordu. Yanan yandığı topraktan bir an olsun vazgeçmiyordu. Nankör bir yılan kıvrılmıştı kalbine, beni de onu da zehirliyordu. Baba- kız sesimizi çıkartmıyor olacakları seyrediyorduk. O benden nefret ediyor ben onu canımdan çok seviyordum. Canım babam, seninle benim ölümüme doğru...
Kanımın içinde dolaşan zehri hissediyordum. Zehrin içindeki tebessümü görüyordum. Bedenim kıvrılıyor, ellerim pullara gebe kalıyordu. Kırmızı bir mağaranın içinde yer alıyor binlerce yılanın sesini işitiyordum. Gözlerim açılıyor bir Cennet'i inşa ediyordu. Görmek istemediğim gerçeklerin içinde yüzerken buluyordum kendimi. Ellerim bacaklarımı hissetmek adına yokluyordu. Bacaklarımın yerinde uzun kıvrılan ve görebileceğim en güzel bir yılan kuyruğu duruyordu. Gri parlak pullar on metreden kendini belli edecek kadar güzeldi. Vücudumun üst kısmı benimle beraberdi. Bendim fakat ben olmaktan çok uzaktım. Yılanlardan korkan bedenim yılanların esiri olmuş Şah'ı olmuştu. Bunu neden yadırgamıyordum? Olacakları bildiğim için miydi bu kadar rahat oluşum. Gözlerimin önünde bembeyaz bir süs havuzu yer alıyordu kırmızı mağaranın içi bembeyazdı. Etrafımda duran yılanlar bedenime sürtünüyor bedenimi kaplıyorlardı. Dudaklarım mührünü basmış sessizlik içinde olan biteni izliyordu. Ne yapacaktım burada? Nasıl yaşayacaktım? Anneme ne olacaktı, ölen oğlunun acısını nasıl atlatacaktı? Ben buraya nasıl gelebilmiştim? Gözlerimi yummuş her şeyin geçmesini bekledim. Geçmedi, gözlerimi kapatmaktan vazgeçtim. Ben insan olmaktan vazgeçtiğim vakit Maranların en güçlü soyunun başı olmuştum. Ciğerlerimden nefes çekilmiş gözlerim kapanmıştı. Suyu ciğerlerimi çekmiş gibi ciğerlerim su ile dolmuştu. Nefesimi bırakmıştım. "Doğa! Doğa kendine gel annem." Kulaklarım çınlıyor kendime gelmek için yalvarıyordum. "Enver! Doğa ölüyor." Ölüyor muyum? "Anne." Ölmüyordum. Buradaydım yaşıyordum. Yılanlarım bedenimi sarmış bir daha gitmemem için bana gözyaşlarını bırakıyordu. "Enver! Kaybedemem evladımı." Buruk bir tebessümü onlara bırakmıştım. Ailemi istiyor annemi bir daha bu acıyla sınamak istemiyordum. Ellerim siyah pulları ile karnımda duran yılanın üstünde durmuş ona acıyla bakmıştım. "Geleceğim." Yılanlarım beni terk etmiş başlarını eğmişlerdi. "Enver! Kızımı kaybediyorum." Gözlerimi gerçekliğe kapamıştım. Nefesim ciğerlerime fazla gelmiş öksürüklere bırakmıştı kendini. Boğazlarım kuruyor bacaklarım sızlıyordu. "Doğa'm." Karşımda duran kadının gözlerinin içi kırmızılara bulanmıştı. Hastanenin yakıcı kokusu burnuma dolmuş. Toprak'ı hissetmiştim. "Anne, Toprak nerede?" Dudaklarını sıkı sıkıya kapatmış, gerçekliği savurmuştu. "Toprağa emanet ettik." Ellerimin yüzeyinde duran silik pulları saklamıştım. Kendimden bile sakladığım bu gerçeği annemin bilmesine gerek yoktu. "Neden ben görmeden bıraktınız onu anne? Benden sakladığınız onca şeyden sonra neden onu bir kez öpmeme izin vermediniz. Ben Toprak'ı özledim anne. Onu çok özledim. Yemin ederim çok özledim." Yanaklarımdan dökülen ateş parçaları yeryüzünü küle çeviriyordu. Küle çevrilen bedenim yanma arzusu ile dolup taşıyordu. Avcumun içini kalbime götürmüştüm. "Babamın yaktığından bin kat daha acıtıyor onu kaybedişim. Nefes alamıyorum." Kafasını eğmişti. Benimle konuşmuyor bakmıyordu. "Bu kadar mı nefret ediyorsun benden? Böyle olmasını ben istemişim gibi neden davranıyorsun. Seni es geçen hastalık neden benim vücuduma yayılıyor neden bu hikâyedeki nefret edilen kişi ben oluyorum. Ben sadece sevilmek istedim anne. Sadece yaşamak istedim. Beni öldürdünüz. Beni sen öldürdün. Toprak'ın bedeninde sizin kanlı elleriniz dolanıyor. Ama beni suçlu görüyorsunuz." Yattığım yataktan kalkmıştım. Tek kelime edecek gücü bırakmamıştım biliyordum. Hastane terliklerinin getirdiği rahatsız hisle terk etmiştim odayı annem, babamı, Toprak'ın bedenini. Bir efsanenin kurbanı olmuştu bedenimin varlığı. Ve katletmişti masum kardeşimin naif varlığını. Nefesimin yettiği bacaklarımın ulaştığı yere kadar adımlıyordum. Adımlarım küçülüyor nefesim artıyordu. Bir yılanın çatallı sesi kulaklarımda uğulduyordu. "Orada." Gözlerimi sıkı sıkıya kapatıyor susması için yalvarıyordum. "Orada." Çatallı dilini kulağıma sürtüyor kendini belli ediyordu. Toplumun içinde yer aldığımı unutmadan ilerlemeye çalışıyordum. Ayaklarında hastane terlikleri ile çıkmış yolun ortasında gözlerini kapatmış bir kızı ancak deli diye tabir edebilirlerdi. Yılanın çatallı dili boynuma ulaşıyor ve tıslamaya devam ediyordu. "Orada." Çığlığım dudaklarımdan dökülmüştü. "Yeter!" Beni dinlemiyor bana başkaldırmaya devam ediyordu. "Orada. Seni öldürecek." Etrafıma bakıyordum. İnsanların garip bakışları üstümde turluyordu. Telefonundan eminim ki polisi veya ambulansı arayan olacaktı. Uzakta gördüğüm bedenin tanıdıklık hissi kalbimin üzerinde yanık adımlarını bırakmıştı. "Seni gördü. Uzaklaş." Gözlerim siyah kaşe kabanına tezat olan beyaz tenine odaklanmıştı. Siyah gözleri, gözlerimin içine bakıyor göz kontağını kesmiyordu. "Kaç." Çatallı dilinin boynumda dolaşması durmuş boynumu bedeniyle sarmaya başlamıştı. Beni boğuyordu. "Varlığın tehlikede." Kulaklarım kelimeleri anımsıyor. Karşımda duran adamın yalın gerçekliği gözlerimi yakıyordu. "Alkın'lar." Ellerini kabanın cebinden çıkarıp benden uzaklaşmıştı. Bedenim nefes almayı reddetmişti. Kendini boşluğa bırakmış ve hissedilen hayata kendini bırakmıştı. "Hoş geldin Şahmeran." Yılanlarım bedenime yerleşiyor gözlerimi kapatıyordu. Siyah pulları ile boynumu saran yılanın varlığı karşımda benimleydi. "Alkın'lar seni buldu. Varlığın tehlikede Maran." Ölümü dilerdin, ölümü dilerdiniz. Ölümü dilememiştim ölüm bedenimi diliyordu. Yılanlarımın varlığı ölümümün sebebi oluyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Şahmeran
FantasyArkandayım... Maranların soyunun en güçlü kadınıydı. güzelliği yılanların zehri ile harmanlanmıştı. Pullarıydı varlığını yok eden acısıydı öldürdüğü insanların kanı ve sizdiniz arkanızda gördüğünüz suretin resmi. Kırmızıydı ölümümün rengi ve siyahtı...