Mâr-i sermâdîde

198 95 9
                                    


İnsanların ruhunda derin yaralar açılırdı. Ne olursa olsun kapanmayacak yaralara gebe kalırlardı. Acı acıyı doğururdu. Açılan yaraların her birinden oluk oluk akardı katran karası kanın zifiriliği. Acınızın üstü dikiş tutmazdı. Ruhunuzla örttüğünüz her yaranın ardında saklı kalırdı acının ta kendisi. Acı, en çok ruhunuzun ardından yüzünü gösterir size en saf halini sunardı. Acı bana en saf halini sunmak ile kalmamış bana acının kim olduğunu öğrenmişti. Acı bendim. Acı bedenimdi. Acıydı zihnimi ele geçiren ellerime kan lekesini sunan. Kan lekesinin ardından Toprak'ın ölü bedenine tanıklık ediyor onun bana olan sevgisini katlediyordum. En çok sevenleri üzerdi insanı. Deseler inanmazdım. En çok sevenler öldürürdü sevdiklerini. Yaşamın çatallı dili dokunmuştu Toprak'ın getirdiği Doğa'ya. Yılanlarımın zehri bulaşmıştı bedenime. Alışılmışlığın getirdiği hissiyat bedenimi kaplamış alışır olmuştum. Katili olduğum bedenin yanında yer alıyordu bedenim. Ne konuşacak gücüm ne sarılacak dermanım vardı. Biliyordum ne kadar suçlu değilim desem de zehrimin kurbanı olmuştu. Katilliğim zihnimi yönetir olmuştu. Şahmaran ne zamandan beri elle tutulur bir şekilde katil olmuştu? Öldüğü günden beri. Soğuk havanın esiri olmuştu bedenim tutmayan parmaklarım sürünüyordu toprağın üstünde. Hayır Toprak'ın bedenini, örten kum parçalarını tutuyordum. Çatlayan dudaklarımın üstünde gezinen dilim sancısını bırakmıştı. Kuru bir ayazdı esen. Kuru bir ölüm rüzgârıydı. Kırık sesim bedenine ulaşamadan sönmüştü. "Toprak'ım." Boğazımda gezinen acının düğümü dolanmış konuşmamı zorluyordu. "Ben geldim." Kelimler tek tük dökülüyor her bir nefes alışımda ciğerlerime dar gelen nefes beni zorluyordu. "Doğa'n geldi." Doğa demeyi severdi benim kardeşim. Beni sevmesini severdim. "Toprak, ben nefes alamıyorum. Benim nefesimi elimden aldılar. Beni senden aldılar. Ben yaşayamam ki. Nasıl yaşayayım? Ben bir parçası eksik kalan insanlar nasıl yaşar bilmiyorum. Ben nasıl yaşanır bilmiyorum." Susmuş, nefesimi gömer olmuştum. Güçlü duracak ağlamayacaktım. Ben gözyaşlarımı içime gömerek yaşamaya alışacaktım. Gözyaşlarımın anahtarlarını kilitlemiş bir denize sallamıştım. Sıra boğazımda asılı kalan düğümdeydi. "Ağladığım zaman, 'ağlama, ağlarsan ne yaparım ben.' Derdin. Ben sensiz ne yaparım. Ağlamıyorum. İnan ki ağlamıyorum. Kandırmıyorum seni. Sadece keskin ayaz yakıyor gözlerimi. Yakıyor o kadar." Bir çocuğun ağladıktan sonraki sesiydi sesim. Oyuncağını kaybettikten sonraki haliydi çocukluğumun gençliği. "Toprak. Nasıl özledim seni." Soğuktan çatlayan ellerim sarmıştı onu örten kum parçalarının üstünü. Ulaşamıyordum, ellerim kumları saçsa da hala onun altında yatan bedenine ulaşamıyordum. Ona sarılamıyordum. Onu öpemiyordum. Ben kardeşimin acısına ağlayamıyordum. "Geri dönsene. Bana dönsene. Ailene dönsene Toprak." Dilim varmıyordu. Anlatacak ne çok şeyim birikmişti de anlatamıyordum ona. Anlatsam üzüldüğümden bin kat daha çok üzülecekti. Babamın benden nefret ettiğine inanmayacak beni tokadıyla savurduğunu duyunca nefreti gözlerinde harlanacaktı. Benim yerin on bir kat altında yaşadığımı duyunca babamı haklı bulacak onu öldürmemem için kendinden uzak tutacaktı. "Keşke beni kendinden uzak tutsaydın. O zaman yaşardın. Annemlerle birlikte olurdun. Babam seni sever annem senin özleminle yanıp tutuşmazdı." Başımı iki yanıma sallıyor nefesimi dışarıya bırakıyordum. Gözyaşlarım kilidini kırmak için uğraşıyor boğazımın daha çok düğüm atmasına neden oluyordu. Mezarlığın başında durmuş taşının üstünü elimle dokunmuştum. Daha fazla duramazdım biliyordum. Durursam gözyaşlarım kilidini bana asacak ve beni kıracaktı. Ördüğüm taşları üstüme yıkmaktan çekinmeyecekti. "Seni çok seviyorum. Kendimden çok." Ellerim montumun cebine yerleşmiş kuru ayazın yakmasına karşı koyuyordum. Burnumu çekmiş ve uzaklaşmıştım. Mezarlık insana nereye geleceğini gösteriyordu. Ne olursa olsun ne yaşamış olursan ol geleceğin yeri bu kadar net gösteren bir yer olamazdı. Fakat kendini bir denize veya taşlara ait görmüyorsan geleceğin yeri bu kadar net görebilirsin. Geleceğim yeri göremiyordum. Hissedemiyor ve kestiremiyordum. Hastane terliklerinin sızdırdığı soğuk çıplak ayaklarımın buz kesmesine neden oluyordu. Bayıldığım vaktin ardında bir müddet yürümüştüm sabaha karşı gelmiştim buraya. Terliklerim ve üzerimde duran kısa kollu bir tişört ve taytla. Soğuk iliklerime kadar nüfuz ediyor soğuktan titrememe sebebiyet veriyordu. Terliklerin getirdiği bolluk ile çıkan ses rahatsız olmama neden oluyordu. Sıkıntı ile iç çekmiş havanın karanlığı ile karıştırdığım sokaklarda yürüyordum. Gece vakitlerini severdim, gece vakitleri sokaklardan nefret ederdim. Kuşkusuz ki zayıf görülenler kendini bir halt zanneden vahşiler tarafından katlettikleri vakitlerin üstünde yürüyordum. Katledilebilirdim. Burada yaşamıma son verilebilirdi. Varlığımın yok oluşu yılanlarımı çileden çıkaracak ve yeryüzünün üstünde ki insanoğlunun sonu olacaktı. Gücüm çekiliyordu. Bedenimin zayıfladığını biliyordum. Gücüm tükenmişti. Soğuğu seven bedenimin adım atacak hali kalmamıştı. Sağ ayağım havada kalmıştı. Dermanım çekilmiş gidecek gücü kendimde bulamıyordum. Elim yanımda duran duvara tutundu. Titremeye başlayan bedenimi zapt edemiyordum. Yere çökmüş başımı avcumun içine almıştım. Beni tüketen şey beni öldürmeye meyilliydi. Duha neredeydi? Nefesim çekilmiş, ciğerlerim oksijeni kabul etmiyordu. Başımdan aşağıya dökülen kaynar suyun nedeniydi Alkın'ın varlığı. "Güzel Şahmaran."

ŞahmeranHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin