Alaca

248 101 16
                                    

Bedenim yere seriliyor, nefesim yok oluyor yılanlarım ölümümü fısıldıyordu. Ellerim parçalanıyor ayaklarım yok oluyordu. Bir okyanusun içine bedenimi sermiştim. Okyanusun yakıcı tuzu bedenimin açıkta bıraktığı yaraları sızlatıyor beni mahvetmek için elinden geleni yapıyordu. Bedenim okyanusun derinlerine kendini bırakıyordu. Bedenim ölmem için bana yalvarıyordu. Ölümüm zehrimin ellerinden gerçekleşecekti. Uzaktan yaklaşan geminin içinde gördüğüm suretler aileme aitti. Babamın kara gözlerinin içine bakıyor beni kurtarması için yalvarıyordum. Bedenimden çıkan, oluk oluk akan kanı görmesi için çığlıklarımı suya akıtıyordum. Çığlıklarımın getirdiği dalgaların içinde boğuluyordum. Gemi uzaklaşıyor babamın bedenini göremez oluyordum. Annemin yanında duran Toprak'ı tanıyamaz hale geliyordum. Annemin nefret ettiği bedene tanık oluyordum. Ellerimi çırpıyor dalgaların içinde bedenimi seriyordum. Bedenim soğuk suların arasında kayboluyordu. Artık ben değildim. Doğa'yı soğuk suların akıntısına bırakmış okyanusun derinlerine gömmüştüm. Gömdüğüm yerden Şahmaran'ı çıkışına tanıklık etmiştim. Bir katili var etmiş getirdiği acıyla yaşamaya çalışmıştım. Çalıştıkça iğrenmiş iğrendikçe kendimden nefret eder olmuştum. Fakat bilmediğim bir şeydi acının beni güçlendirmesi. Kanadıkça güçleniyordum. Güçlendikçe zehrimi salıyordum. Zehrim varlığınızın ölümünüzün kefeni oluyordu. Varlığım herkesin yokluğu oluyordu. Bedenim yükselişe geçiyor insanlığın kötümserliği olmaya ant içiyordu. Soğuk sulardan akan kanı içmiş yılanlarımın getirdiği acıyla beslenmiştim. Susan çatallı dillerinin ardında saklanan acıyı dile getiriyor. İnsanlıktan intikamımı almak için gücümü sergilemekten kaçınmıyordum. Yeryüzünü Şahmaran'ın getirdiği yılanlar kaplayacak insanlık korku içinde yaşayacak yaşattıklarınızın bedelini ödeyecektiniz. Yerin on bir kat altında yaşamak yoktu. İntikam için gelecektik. İntikam için çatallı dillerimiz bedeninizde gezinecekti. Güzel kızlarım! Ölümüm sizin okuyan gözlerinizin içinde gerçekleşecektir.

Gözlerimi gerçekliğe kapattığım vakit yılanların gebe kaldığı mağaranın içinde açıyordum kendimi. Ben sadece yaşamak istemiştim yaşamı iliklerine kadar hissedip normal bir hayat sürmek içindi bunca çabam. Ben yaşayamamıştım. Yaşamı iliklerime kadar hissedememiş normal bir hayat sürememiştim. Hayat bu değil miydi? Bir çabanın ardında sürüklenirken önünü gördüğün halde o çabanın ardında koşmak değil miydi? Bunu bilerek ve isteyerek kendimiz yapıyorduk. Sonuçlarına katlanacağımızı bildiğimiz halde bunu yapmaktan çekinmezdik. Bir ayna duruyordu karşımda mavi gözlerim kırmızılıklara hakimiyetini vermiş. Tenimin beyazlığı bir ölünün elinden çıkmış gibiydi. Zayıf vücudum çöküyor kemiklerimi sayabilir hale geliyordum gri ve siyahin getirdiği ihtişamı kuyruğumda saklıyordum. Ellerimin üstünde yer alan pulların bile bu kadar güzel gözükebileceğini düşünemezdim. Çökmüştüm. Uzanan bedenimi incelemeye başlayan ellerim kendini yeni keşfeden bir bebek gibi uzanıyordu bedenime. Siyah ve grinin getirdiği ihtişamın içinde yer alan zümrüt yeşili aralıklı duruyordu fakat bütünlüğü göz kamaştırıyordu. Kendimi yadırgamıyor katilliğimi gözler önüne seriyordum. Bedenimin katili olacak Alkan'lar soyu başında yer alıyordum. Beni görmüş, hissetmiş ve yabancılığıma dokunmuştu. Kara gözlerinin esiri olmuştum hastalıklı bedenim. Sesimin dokunulmazlığı olmuş beni elleriyle yok etmişti. "İyi misiniz?" Çatallı dilinin getirdiği sesi boynuma sürüyor oradan kulağıma çıkıyordu. Diğer yılanlar gibi değildi. Biliyordum kara bedenin ihtişamı diğer yılanlardan onu ayıran bir özellikti. Bana çoğu zaman itaat etmiyor kafasına estiğini yapıyordu. "İyiyim." Koluma sarılmış zümrüt yeşili gözlerini gözlerime kilitlemişti. Bana benziyordu. Bir yılanı benliğime benzetiyor onunla iletişime geçiyordum. "İyi değilsin." Onaylamıştım. Ne zaman iyi olmuştum ki. "Bilmiyorum, anlayamıyorum. Bir yılanla konuşuyorum. Çok saçma anlayabiliyor musun? Seninle konuşmamı geçiyorum fakat üstüne bir de sizin Şah'ınız olabiliyorum. Buraya nasıl geçebildiğimi bilmiyorum gerçekliğe nasıl döneceğimi kestiremiyorum. En önemlisi ne zaman öleceğimi bilmiyorum." Kıvrılan bedeni kollarımın arasına sızmıştı. "Anlayabiliyorum. Biz Şahmaran'ımızı kaybedeli yüzyıllar oldu. Geri geleceğini söylemiş ve gitmişti bir insanoğlunun ardından. Ümidimizi kestiğimiz zaman insanlıktan intikam almak için yeryüzüne çıkacağımız vakit varlığından haberdar olduk. Şahmaran'ın ölmediği yılanların kalbinde hissedildi. Yaşıyordun. Yüzyılların ardından bir insan için bizden vazgeçmediğini anladığımız zaman seni burada beklemeye başladık. Geldin. Bir daha seni bırakmamak için ant içtik. Bir daha terk edilecek olursak insanlık bunun bedelini senin kaybolmuş bedenin le ödeyecektir. Biz seni bulabilmek için Tanrı'ya yalvardık Eflal." İnsanın duyduklarına inanmasından daha güç bir şey varsa bu şüphesiz ki gördüklerinin getirdiği acının duyduklarıydı. Duyduklarımın acısı değildi beni yakan gördüklerimin ardında saklanan duyamadıklarımdı. "Eflal neydi bizim için bilir misin? Gül Hatun'un sana neden bu ismi verdiğini sorgulamadan gelmiştin bugüne. Hezimete uğrayanlar. Biz senin ardından büyük bir yenilgiye uğramıştık. Gül Hatun'un kulağına fısıldayan benliğim yeni bir Şahmaran'ın varlığından emin olduğu için seslendirmişti bu ismi sana. Doğanın içinde hezimete uğrayanlardık. Biz senin özleminle yananlardık Şahmaran." Maran'ların soyunun en güçlü yılanıydı varlığım milyonlara sığdıramayacak yılanlarımın acılarını bedenimde taşıyor onlara annelik yapıyordum. Özlemle kavrulan bedenlerin harını bedenimi sürüyor kor parçalarını denize sürüklüyordum. Ben yılanlarımın acısıyla bir yaşamı dile getiriyordum. "Ya sen? Seni diğer yılanlardan ayıran ne? Milyonlarca yılanın ardından Alkın'ları görüp neden sadece beni çıldırtma eşiğine getiren sensin. Kimsin sen?" Yeşil gözlerinin ardında kalan acıyı görecek olsaydınız bedeninizi kavurmak isterdiniz. Zehriyle kendini zehirleyen yılanın ta kendisi olurdunuz. Bedenini kollarımdan koparıp boynuma sarmıştı kendini. Başını omuzlarımdan uzatmış kendini gösteriyordu. "Duha. Duha Asır Alaca. İsmim sana yabancı gelmeyecektir. Gül Hatun'un küçük torunlarından biriydi varlığım. Ölememesi için çabaladığınız Açelya'nın kayıp bedenine üflenmişti ruhum. Küçük bir çocuğun ruhuna ilişmişti varlığım. Seninle tanıştığım zamanlardı. Seninle geçirdiğim vakitlerin ardından Gül Hatun'un Açelya'nın ruhunun ayakta durduğu halde bedeni ayakta duramayacaktı. Ruhumu bedeninden çektim. Seninle arkadaşlığımı sonlandırdım. Dünyadan bedenimi sildim. Gül Hatun'u bekledik. Fakat yılanlar arasında duyulmadı ölümü. Sonra senin varlığın ilişti bize. Gerisini biliyorsun. Bizler sana itaat etmek ve korumak için buradayız." Anneannem birçok şeyin habercisiydi fakat bunları bizlere asla söylememişti. Söylese ona inanmayacağımızı biliyordu. "Buraya nasıl geliyorum? Ve en önemlisi kendim korumam gereken Alkın'lar kim?" Bedenini bedenimden koparmış alışılmış bedenler soğuğa çekilmişti. "Bunları bizde bilmiyoruz efendim. Sadece Alkınlardan uzak durmalısınız. Sizinle tanık olacağız ve daima sizinle olacağız." Bedenim susmuş ellerim kan kusmuştu. Gözlerim acının gözyaşlarını yeryüzüne düşürmüş yılanlarım etrafımı sarmış gerçekliğe sıyrılmak için yalvarmıştım. Bedenimi kaybetmemek ruhumu bedenimden ayırmamak için yalvarmıştım. Kulağıma ulaşan silik insanlar beni buradan ayırıyordu. Yılanlarımın acı tebessümleri dudaklarında son buluyor döneceğimi bildikleri için tebessümlerini silmiyorlardı. Biliyorlardı ki onları bir insanoğlu için bırakmayacak geri dönecektim. Biliyordum ki onlar için geri dönecektim. Mağarama, inime. Beni ben yapan varlığıma. "Ambulansı arayın kız nefes alamıyor! Yardım edin!" Hayır, nefes alıyorum. "Ölmek üzere." Ölücek olursam yılanlarım ile bir hayatı ellerime bırakacaktım. Mağaraya bir Adem oğlu gelecek ve beni katledecekti. Yılanlarımın yeryüzüne çıkışı o vakit başlayacaktı. "Sesimi duymuyor musunuz? Sesimizi işitmiyor musunuz? Ben ölüyorum. Biz ölüyoruz." Hayattan tutunmaktan vazgeçtiğim zaman bir yılanın kıvrılan bedeni sarmıştı bedenimi. Kaybedilişi iliklerine kadar hissedenler ölümü arzulayanlardır. Ciğerlerim oksijeni hoş karşılıyor boğazımda yakıcı bir acı baş gösteriyor bedenim iflah olmaz şekilde titremeye başlıyor yılanlarımdan koparılıyordum. Zümrüt yeşili gözlerin içinde acının yanık izleri sürünüyor gözyaşlarının ardından tebessümün silik halesi can buluyordu. Onları terk etmiyordum. "Sizi bırakmayacağım. Bir insanoğlu için sizi terk etmeyeceğim." Bedenim etinden sıyrılıyor ruhum bir kadının gözyaşlarının ardında canlanıyordu. Titreyen bedenim değil ellerin getirdiği sarsık hareketlerdi. Canım acıya acıya kanatarak açmıştım gözlerimi. Olduğum yerde boylu boyunca yatıyor etrafıma doluşan insanlara abartılı anlamdıramadığım şekilde bakıyordum. Hiç mi insan bayılması görmemiştiniz? Ellerimi herkesten sakınmıştım. Kimsenin görmemesi gereken bedenimi saklamak adına ağrıyan bedenimi susturmuş ve ayağa kalkmıştım. "Kızım, ambulans geliyor. Otur lütfen." Onaylamamıştım. Ambulans gelesiye kadar ben çoktan ölmüş olabilirdim. Neydi bu umursamazlık bu yavaşlık? Ah, bilemem. Trafik vardır belki de. Yürümeye başlamıştım. Taşlı sokakların üstünde çıplak ayaklarımın altında takırdayan terliklerle bu sokağın anılarını terk ediyordum. "Kızım dursana. Bir şey gelecek başına." Başıma gelebilecek en kötü şey gelmişti zaten. Kardeş katili olmuştum. Daha kötü ne olabilirdi ki artık. Yalpalıyor bazen düşecek gibi oluyordum. Fakat bu ne kadar umurumda olabilir artık. Bir kez düşmüştüm. Hem de o kadar sert düşmüştüm ki dizlerim parçalanmış avuç içlerim yarılmıştı. Bedenimden ruhum sökülmüştü. Acı acıya yetmemişti. Şuan düşsem eminim ki hiçbir şey ilk düştüğüm kadar yakmazdı canımı. Canımı acıtan da canımı yakan da zihnimin içinde varlığını sürdürendi. Zihnim onun var oluşunu seviyor hissediyor görüyordu. Zihnim onu öldürüyor, onun ölüşüne şahit oluyordu. Toprak'ı öldürüyor onu seviyor onun benden nefret etmesini sağlıyordum. Yürümeye dermanı kalmıyor, kendimden nefret etmeye başlıyordum yılanlarım susuyor. Bir kadının ruhunda durmayan nefretin en yalın ayak izleri taşınmaya başlıyordu. Kara ayak basanların ruhunda ebediyete dek kalacak bir yara açılıyordu. Benim yaramı sizler açıyor deşiyor ve beni kanatıyordunuz. Gözlerinizin ardında kalan saf nefretin nefesi nefesimde dolaşıyor bir katil olmak için elinize bıçağı tutuşturuyorum. Çok sevilen Şahmaran bir katil değildi. Şahmaran'ın temizliğini masumluğunu ve bir Adem oğluna olan aşkını yok etmek adına onu katil olarak göstermişlerdi. Tek suçuydu inine giren Adem oğlunun onu bulması ve sevmesi. Tek suçu olarak gösterilmişti kardeşinin katilliği. Katil değildim. Binlerce yılana sahip olan onları koruyan bir Şahmaran'dım. Biliyordum ki Toprak bunları görüyor ve beni hâlâ seviyordu. Her çocuk severdi Şahmaran'ı. Okuyan gözleriniz beni seviyor benden ürküyordu. Arkanda duran suret benim. Yanında yer alan beden benim. Zihninde acı izlerini bırakan benim. Yılanlarım ve ben her çocuğun çatallı dilinin getirdiği acıyla sizleri bekliyor olacağız. Alkın'ların soyunun başını görecek ve beni öldürmesi için ona yalvaracaktım. Biliyorum ki beni seve seve katledecekti. Görmek istemeyeceğiniz bir cinayetin tanığı olarak bırakacaktım arkamda sizleri, yılanlarımı. Ve başlayacaktı yeryüzünün kanlı iç yüzü. Yılanlarım intikam için insanoğlunun ruhunu emecek ve yüzyılların gebe kaldığı Şahmaran'ın yanına getirecekti. Hepinizin kanlı sureti benim ellerimde olacaktı. Mavi okyanusun derinlerinde kaybolmak için gözlerime bakmanız yeterli olacaktır. Okyanusun akıntısının ardında kanlı ellerim bedeninizde olacak. Benim katilim sensin. Benim katilim babam.

ŞahmeranHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin