Şeytanın bedenime hükmetmesine izin vermiştim. Beni bitirişini gözlerimle görmüştüm. Şeytan bendim, şeytan bedenimdi. Cehennem'in içinde kavrulan bedenim, şeytanın ta kendisi olmaya başlamıştı. Şeytan bizdik, şeytan ruhumda nefes alan herkesti. Şeytan'ın benliği Eflal'in ruhuna karışmıştı. Günahın tadını almıştı, günahın tadını alanlar bırakmamaya yemin etmişti. Bu yolda sürüklenen en büyük günahkârlardandık. Girdabın sonunda bizi bekleyen son aynıydı. Cehennem'in ateşi ile kavrulmuştum. Cennet'in soğuk sularına adım atmayacaktım. Atamayacaktım. Benliğimin kabul etmediği sona gidemeyecektim. Eflal'in bedenini cayır cayır yakacak olan ateşin içindeki girdapta sürüklenecektim. Sürüklenecektik. Bir ölümüm kalmıştı, ölümüm ve ben. Bizi tutan, bizi ona bağlayan en sahici gerçek. Ateşlerin içinden geçtik, ateşlerin yakmasına izin verdik. Büyük bir yangın başlattım ruhumun içinde. Ateş oldum, yaktım, kavurdum. Ve öldüm. Ölümümü ona sundum. Vakitlerin sustuğu bir zaman diliminde şeytan emdiği ruhu serbest bırakıyor ve bedenini kışlada soğuk suların içinde bırakıyor. Bak! Yüzüme, bize. Benim acıma ağla. Bedenimin kanlar içinde kalışına ağla, bedenimin ölümüne ağla. Anne! Bana ağla, Toprak'a ağla. Değirmenlerin içinde kalan bedenimin acısını gör. Baba! beni sevsene. El kadar kalan kızını sevsene. Toprakların altında kalmış, kendini enkazlar içinde bırakmış kızını sevsene. Beni rahat bıraksana, Eflal! Ben Şahmaran olmak istemiyorum. Ben babasını isteyen küçük bir kız çocuğuydum. Babamı istiyorum, ruhumda gezinmesini istediğim adamın ruhumu yakmasını istemiyorum. Ben sadece herkes olmak istiyorum...
Yanımda oturan Devrim'in ruhunun içinde kalan çığlıklarımı duymak istemiyordum. Zihninde katlettiği insanların sesini duymamak için ruhumu kapatmıştım. Kulaklarımın duymak istemediği kanlı çığlıkları kapattırmıştım. Gözünü kırpmadan öldürüyordu. Onların bedenlerini sığ suların içinde bırakıyor bizi yakıyordu. Yanımda oturan adamın katil ruhunu ellerime sığdırdım. Kalbimin içinde bıraktım. Üzerine döktüğüm toprakların içinde tuttum. Kan kokusunu içime çektim, kanı gözlerimle gördüm. Bizi öldürdüğünü gördüm. "Ne düşünüyorsun?" Ne düşünüyorum, düşünemiyorum. Ölümümün nasıl geleceğine bakıyordum. Bir kitabın içinde dönen kitaba bakıyordum, hayatımın bağlı olduğu kitaba. "Okuduğun için pişman mısın?" Pişmanlık, en kuvvetli adamı bile yıkacak güçte olan tek varlıktı belki de. Tek duygu, tek düşünce. Tek hissedilen yan. Devrim, yaptığı hiçbir şeyden pişmanlık duymayacak bir insandı. "Kanlı bedenimi tuttuğun için hiç pişman olmadın mı? Beni öldürürken, hiç ölmedin mi?" Ölü bir bedenin ölümünü yaparken hiç pişman olmamış mıydı? Yanımda duran adamın yüzüne baktım, çatılan kaşlarına yavaş aldığı nefeslerine. Nefesine karışmak için heba edilen havaya baktım. Sustu, soğuk bir tebessümü dudaklarıma bıraktım.Ölmemişti. Beni öldürürken hiç pişman olmamıştı. Bizi katlederken pişman olmamıştı. Bir çocuğun kalbini acımasızca sökerken gülüyordu. Yaktığı sigarasını memnuniyetle o cesedin üzerinde söndürüyordu. Bir sigaranın izmariti üstümde duruyordu. Onun yaptığını belli etmek için. O bir katildi.
"Susma. Bir şey söyle, bizi öldürürken o sigarını yakarken memnuniyet içinde kalan bedenin hiç mi acımadı bana." Ellerim, onun yakasını tutup sarsmak istedi. Konuşmasını istedi, konuşmasın istedim. Gerçekleri söylemesini bu denli çok isterken, istemedim. Aldığı hazı söylemesin istedim. Gerçek bir katille yan yana oturduğumu bilmek istemedim. Sessizlik kendini boşluktan bıraktığı vakit kendimi uçurumdan aşağıya sallamak istedim. Bir kan lekesi gibi sıçramak ve bulunduğum noktadan hiç çıkmamayı diledim. Eflal olmak istedim, ona acımadan katletmek istedim. Yakasına yapışıp hesap sormak istedim. Yapamadım, istediklerimin hiçbirisini yapmadım. Sustum, en büyük silahı oynamak için daha fazla konuşmadım. Konuşsam, acıma ağlardım. Beraber olduğum adamın gerçek yüzünü gördüğüm için ağlardım. Ona yakınken nasıl da uzak olduğumu biliyordum. Hiçbir zaman yakın olmadığımızı. Sessizliğin gebe kaldığı acı, doğum sancısı gibi aramıza girdi. Bir bebek çığlığının yankısı kulaklarımızda patladı. Yeni bir doğum meydana geldi. Bebeğin katili ellerimiz oldu. Çalan kapıyı umursamadan ikimizinde baktığı duvarda birbirimizi resmettik. Birbirimizi duvarda görüyormuşuz gibi, hiç kımıldamadan bakıyorduk. Birbirimize değil, katlettiğimiz gözlerimizin içindeki mezara. Bir toprakta biz atıyorduk. Kapının yükselen sesi tez bir haber getirmiş şekilde çalıyordu. Devrim, umursamadı. Çalsın istedi, umursamadım, çalsın istemedim. O ruhumu çaldı her zaman yaptığı gibi. Bir kürtaj masasında önce ruhumu sonra gebe kaldığım acıları bıraktım. Önce ruhumu ona bıraktım, çığlıklarımı ruhumun odasında asılı kalsın istedim. Onları ruhumun derinliklerinde Devrim'e bıraktım. Çığlıklarım oldu, çığlığım oldu. Devrim, kapıya bakmak için kalktı. Elimde duran kitabı tuttum, sıkı sıkıya onu parçalamak için ellerimde tuttum. Her şeyin sorumlusu olan kitabın başına. Gelmese bu şekilde ölmeyecektim, gelmese Devrim', bilmeyecektim. Yükselen sesin tanıdıklığı ile kavruldum. "Ne açmıyorsun ağabey kapıyı?" "Sana ne yavşak. Hesap mı vereceğim." Devrim, sert bir insandı, kırılmasını önemsemezdi. Aksine kırabildiği kadar kırmaya uğraşırdı. Ruhumun kırılmayan bir yanı kalmamıştı. Devrim, eline geçen her kemiğimi kırıp elime geri bırakıyordu. "Çağın, sus sevgilim hadi." Tanıdık seslerin barındırdığı evin içinde yer alıyordum. Pişmanlığın bir gaflet gibi düştüğü yerde kendimi sorguluyordum. Evim dediği yere getirmiş beni yakmaktan öteye geçip yok etmişti. Burada yanmaktaydım. İçeri gelen kişilerin suretine baktım. Tutku'nun şaşkınlıktan açılan iri gözlerine baktım. Kendini gizlemekten kaçınmış olduğu gibi getirmişti kendini bana. "Sen..." Ağzı o şeklini almış, arkadaşının evinde ne işim olduğunu sorguluyordu. Bunu bende sorguluyordum. Beni öldüren adamın evinde ne işim vardı? Çağın içeriye giren bedeni Tutku'nun yanında biraz daha pasif kalabilmişti. Kendini dizginlemiş, Devrim'e kaş göz yapmakla yetinmişti. Komik durduğunun farkında olmadan bunları yapmaya devam ediyordu. Sarsak bir çocuktu. Tutku'nun ince sesi kulaklarımı parçalıyordu. Başım ağrıyor ve buna yetmezmiş gibi onun sesi devreye giriyordu. Gerçekten iyi değildim. Değişkenlikler beni yoruyordu. "Burada ne işin var senin?" Konuşmaya mecalim yoktu. Onları dinlemeye hiç derdim kalmamıştı. Devrim'in sesi onların sessizliğini sağlamasına yardımcı olmuştu. "Ona sorular sormayı bırakın. Ne işiniz var?" Çağın, eski ciddi haline ne kadar gelmeye çalışırsa gelmeye çalıştı. Duha'nın hüzünlü sesi yerini korumasın rağmen Çağın hakkındaki düşüncelerini dile getirmekten çekinmiyordu. "Boş bir insansın Çağın." Haklı olunacak yanı elbette vardı. Çağın, sesini toplamış şaşkınlığını yok etmişti. Tutku bir dakika bile ayırmadan gözlerini gözlerime kilitlemişti. Yolun ortasında durmuş ağlayan bir kızı gördüğüne yemin edebilirdim. Şuan gördüğü şekilde olan kız değildi karşısındaki onun için. Yolun ortasında ağlamaktan bitik düşmüş bir kızdım. Gözlerinin içinde kendimi görüyordum, o halimi görüyordum. Bana olan bakışlarında bunu görüyordum. Çığlıklarımın duyulduğu kulaklarda kalan halime bakıyordum. Onların bana bakmasına izin veriyordum. "Hiç, öylesine. Yaşıyor musun, diye bakalım dedik. Ama sen baya yaşıyorsun anladığım kadarı ile." Kısık sesle konuştuğunu sanan boş bir gevezeydi. "Kız falan ağabey yani." Devrim'in ters bakışları onun susması için yeter ve artar bir hareket olmuştu. Devrim'in bunlarla ne gibi bir işi olabilirdi ki. "Daha fazla konuşma istersen Çağın. Alırım ayaklarımın altına seni." Çağın'ın yüzünde beliren muzip bir gülümseme Devrim'i kızdıracak bir düşünce olduğu apaçık ortadaydı. "Yeter ki sen al beni ayaklarının altına ez beni. Devrim'im." Acı işte o zaman Çağın'ın yüzünde can bulmuştu. Dışarıdan izlediğim kısa bir filmin yapımcısı gibiydim. Hiçbir işimin olmamasına rağmen, sadece onların yaptıklarını zihnime kaydediyordum. Tek farkım, onlar bunu kameraya alırken ben zihnimin derinliklerine gömerek bir gün unutacak olduğum anıların içinde taşıdığımı bilmiyor olacaktım. Devrim'in sıkmış olduğu eli yumruk halinde Çağın'ın yanağında can bulmuştu. Sızlanan Çağın'a göz devirdim. Bunu bildiği halde onunla uğraşmaktan bir an olsun çekinmiyordu. Tutku yüzümde gördüğü trans etkisinden sevgilisinin sesi ile ayılmıştı. Bende hissettiği garipliğe ses çıkarmadım. Buna lüzum yoktu. Devrim, yanıma gelmiş ve oturmuştu. Üzerinde asılı kalan kıyafetleri, siyah bir tişört ve onun altında kalan siyah eşofmanı olmuştu. Bedeni şişirilmiş değildi. Aksine, her şey onda oturan bir şekilde duruyordu. Olması gerektiği yerde olması gerektiği zamana sıkışmış olan biriydi Devrim Alkın.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Şahmeran
FantasyArkandayım... Maranların soyunun en güçlü kadınıydı. güzelliği yılanların zehri ile harmanlanmıştı. Pullarıydı varlığını yok eden acısıydı öldürdüğü insanların kanı ve sizdiniz arkanızda gördüğünüz suretin resmi. Kırmızıydı ölümümün rengi ve siyahtı...