Mağaranın ardında kalan hikâyeme bakıyor, beni nasıl yok ettiğini görüyordum. Kor bir yangın başlıyordu derinlerimde hiç dinmeyecek bir yangının getirisi oluyordu kalbimdeki depremler. Çiziyor, siliyor, yıkıyor ve baştan yapıyordum. Yangınların ardında kalan binalarımı baştan yapıyordum. Ben hikayemi baştan yapmaya çalışıyordum. Yıktıkları, parçaladıkları yerden tutunmaya çalışıyordum. Beni en çok tutunduklarım bitiriyordu. Biliyordum, tutunmasam her şey çok daha güzel olacaktı. Ben yaşayacaktım. Ben Toprak ile beraber yaşayacaktım. Ruhumda sallanan kırmızı ipleri bileklerime geçirmiş üstümde siyahlığımı kirleten beyaz kefene bakıyordum. Kefenin siyaha bürünüşü ve boyun büküşüydü bu olanlar. Boğazıma dolanan kırmızı ipler nefesimi kesiyor beni yokluğum ile sınıyordu. Acı benimle yaşıyor bana acıyordu. Acı en çok bana acıyordu. Geçmişin kara lekesi karşımda duruyor beni ona çağırıyordu. Ruhumun azabı o zaman başlıyordu. Sessiz çığlıklar içinde yüzen bedenim ölmeyi değil yaşamayı diliyordu. Ben ölmeyi değil yaşamayı istiyordum. Beni neden duymuyorsunuz? Ben yaşamak istiyorum. Anne! Ben seninle olmak istiyorum. Babamın beni sevmesini istiyorum ben sadece sizinle olmak istiyorum. Yalvarırım beni toprağın altına bırakmayın. Beni sulara bırakmayın beni sığ sularda boğmayın. Beni yokluğunuz ile sınamayın...
Cehennem ateşi düştüğü yere kor bir leke bırakmaya yemin etmiş bencil bir ateş parçasıdır. Gayesi ısıtmak değil seni diri diri yakmaktır. Seni sana götürecek olan ateş parçası dünyaya bahşedilmiş bir kurtuluş yolu olarak gözüken intihar biçimidir. Cennet'i elleri ile kaybedenlerin acısı kor ateş parçalarının esiri olmuştur. Ben ise en çok kor ateş parçalarının esiri olmuştum. Cennet'in soğuk sığ sularında boğulmuş yandığım topraklarda ölümü dilemiştim. Kalbim atıyor, kalbim kan kusuyordu. Kalbim var oluşuma nefret kusuyordu. Duha'nın sesi beni parçalıyor onu yok ediyordu. Güzel kızım, gözyaşlarını döküyor kendini hırpalıyordu. Duha'nın açık elaya kaçık yeşil gözleri yıkıyordu zehrinin rengiyle bürünmüş odayı. Duha zihnimde bir yılan değildi. Duha var oluş amacı ile bir yılandı. Biliyorum onunda bir hikâyesi vardı. Benim kızımın yılan olmasının bir nedeni vardı. Bana anlatacaktı. Çektiği acılarını hissedeceğimi bildiği için bekletiyor kaldırmam gereken yükleri bekliyordu. Bilmiyordu, ben sadece bir kez sert bir kez düşmüştüm yere. Dizlerimi parçalamış ellerimi yok etmiştim. Ben ilk kez Toprak'ın ölümünün ardından düşmüş ve daha kuvvetli bir şekilde kalkmıştım. Gücümün sınırı yoktu. Gücüm parmak uçlarımda benimleydi. Duha'nın sesi ile gerçekliğe dönmüştüm. "Eflal." Bana kendi koyduğu isimle sesleniyordu. Şahmaran veya efendim demiyordu. Bu onu diğer yılanlarımdan ayıran en büyük özellikti dış görünüşü haricinde Duha bir yılan değildi benim için suretini gördüğüm, tanıdığım ve benimsediğim biriydi. Yalnızlığıma sığındığımdı. Odada onunla sesli bir şekilde konuşuyor sakınmıyordum. Sakınacak pek bir şeyim kalmamıştı. "Efendim." Gülümseyen ifadesi yoktu. Hüznün en gerçek hali düşmüştü önüne. "Ne yapacaksın bundan sonra?" Sorgulayan sesi benim yapacaklarıma karşın etkileneceğini biliyordu. Ne yapacağımı bilmiyordum. Gösterilecek bir yön yoktu. Nereye gideceğimi bilmiyordum. Ellerimde duran yalın gerçeklik ile baş başaydım. Boş sayfaların ardında gizli kalan onca sırrın içinde yazılacak bir şey kalmamıştı. Yaşadıklarımın sadece altı sayfasıydı bunlar. Göreceğim bir çok ölü sureti vardı. Kendi suretimi görecektim. "Bilmiyorum Duha. Gidebileceğim yer yok. Ben kendimden başka kimseye gidemem." Sustu. Sustum. Sustuk. Yalnızlığımıza ağladık. İçimiz kanaya kanaya susmadan ağladık. Annesine ağladı. Toprak'a ağladım. "Anneni merak ediyor musun?" Küçük bir çocuğun tek dileğidir ölen annesini görmek. Ve unutmayın bir yılanın da isteğidir annesini görmek. "Ediyorum." Kısa kurduğu cümleler onu zorluyordu. Güzel yüzünün yaktığı acısı onu mahvediyordu. "Acılarını anlat. Bana acını göster Duha." Sakınan gözleri, gerçekliği saklıyor beni ondan uzaklaştırmaya çalışıyordu. Onunla konuşmak, tanımak istiyordum. Benimle olmasını istiyordum. Beni hissetmesini istiyordum. "Yapamam." Güzel yüzü acıyla sarsılmış beni kendinden çekiyordu. "Uzaklaşma, benden uzaklaşma. Sadece seni bilmek istiyorum. Beni bildiğin gibi seni bilmek, acılarını hissetmek istiyorum. Bencilliğimi sana sunuyorum." O gün görmüştüm Duha'nın karşıma çıkan yüzünü. Bir tablodan çıkmış olan yılanı o gün gerçek sureti ile görmüştüm. Buğday tenine eşlik eden biçimli kahverengi kaşları düzgün bir burnu ve belirgin elmacık kemikleri vardı. Uzun kirpikleri kaşlarına değiyor uzun kumral rengi saçları yanaklarını örtüyordu. Kalın dudakları kırmızının en alıcı rengi ile kendi rengine boyanmıştı. İçine çökük yanakları onu biçimlendiriyordu. Zayıf bedenini bedenime sunuyordu. Yılanımın güzelliği gözlerimin önünde duruyordu. Zihnimde değil tam karşımda duran kızın güzelliği yirmi beş yaşından fazla değildi. Beni koruyan bana itaat eden yılanın acısını en derinlerimde hissedecektim. Bana bakan kızın gözlerinde artık yağmur değil kan kırmızı güller boşanıyordu. Aralanan dudaklarım irileşen mavi gözlerim sarsıldığı gerçek ile ona bakıyordu. Mağaramda veya başka bir yerde değildim. Odamda yatağımın ortasında Duha ile birlikteydim. "Sen...sen çok güzelsin." Şaşkınlığım, onu bu kadar güzel beklemiyor oluşumdu. Utanmış ve gülümsemişti ona gülümsemenin yakıştığını biliyordum. Gülümsemesi solmuş bana dönmüştü. "Eflal, buna hazır değilsin." Hazırdım bunu hissediyordum. "Hazırım." Onaylamayan bakışlarına başı da eşlik etmişti. Fakat anlatacağını biliyordum. "On altı yaşımdaydım. Anneme hayran bir kızdım. Annemin güzelliği can yakardı Eflal. Canı yananlar can yakmak için ebediyete kadar yol alırdı. Babam yoktu. Nerede olduğunu da hiçbir zaman sormadım. Terk etmiş ve gitmişti. Bunun açıklamasını merak etmezdim. Ya da bahsedip annemi üzmek istemezdim. Baba kelimesini benden duyamazdın. Duymadığım gibi hissetmezdim. İliklerime kadar işleyen bir sevgi olmadı. Annemin yeşil gözlerinin ardında saklı kalan acıyı görür susardım. Ne desem geçmeyecek olan bir acı durur gözlerindeki ışıltıyı söndürürdü. Közlenen ateşin üstüne su atarlardı. Açık ela gözleri, ince beli geniş omuzları. Sert yüz hatları ama masumluğu dururdu. Kalın dudakları biraz kemikli bir burnu vardı. Ama bunlar onun için asla bir kusur değildi. Aksine güzelliğine güzellik katardı. Uzun ince parmakları beyaz tenine eşlik ederdi. Elinin üstünde duran küçük bir yılan dövmesi olurdu. Normal dövmelerin aksine teni gibi beyazdı. Görebileceğin en güzel yılandı. O yılan sendin. Can yakar ya güzellik, çok sevenin de yanar ya canı. En sevdiğim şey neydi biliyor musun? Anneme sarılmak. Onun kokusunu içime çeke çeke sarılmak. Bir gün anlattı bana her şeyi biliyor hissediyor beni bırakacağını biliyor gibi. Oturuyorduk evimizde. Küçük ama güzeldi. Bizim sıcaklığımız ile kavrulur bizi de içinde kavururdu. Duha'm. Diye seslendi bana. Döndüm yüzünü son kez ezberler gibi baktım. Son kez görecek gibi baktım. Bir yılanın soyundan gelen olduğunu yeryüzünde yaşayan Şahmaran olduğunu anlattı. Dalga geçtim. Olamazdı ya öyle bir şey hiç inanasın gelmez. Yetmezmiş gibi Şahmaran'ın en sevdiği yılan olduğunu söyledi. Gidecek ve onunla yaşayacakmış. İnsan olmaktan vazgeçen Şahmaran mağarasına ineceğini sunmuş. Ve artık tonlarca yılan onunla yaşayacaktı. Annemin yılan olması ne de garipti değil mi? Gül Hatun. İnsanoğluna olan aşkından vazgeçmiş mağarasına çekilmiş yılanlarını da onunla beraber çekmişti. Birçok kez annem gider bir daha gelmezdi. O vakitlerde Gül Hatun gelirmiş mağaraya. Gideceğini söylemek için gelmiş yanıma. Kapının ardında ona bakıyordum. Bir daha göremeyecek olduğum suretine. Gül Hatun'un yaşamını yitirdiği gelecek olan Şahmaran'ın insan olmaktan vazgeçişine kadar annemle olabilecektim. Bu o kadar güzel bir şeydi ki. Bunu düşünürken bile mutlu olurdum. Uzun bedeni kapının önünde dikiliyor onu sevdiğimi defalarca söylüyorum. Sarıldım. Sımsıkı sarıldım. Hiç bırakmak istemez gibi. Acı o anda geldi..." Gözünden akan yaşlara baktım. Onu yıkan acıyı en derinlerimde hissettim. "Her zaman çok sevilmez. Böyle sevgi olmazdı. Silahın namlusundan çıkan kurşun sol göğsüne saplandı. Kırmızıya boyanan beyaz elbisesi onu kirletti. Barutun keskin kokusu odayı kapladı. Annemin nefes almayan bedeni çöktü. Düştüm. Kanın kırmızı lekesi bulandı. Annemi kaybettim. Ben Yekta'mı kaybettim. Ben anne sevgisine varamadan onu kaybettim. Ben annemin cansız bedenini toprakların altında bıraktım. Beni bensiz bırakandan nefret ettim. Ben babamdan nefret ettim. Ben sevilmekten nefret ettim. Ben annemi özledim. Nefesiyle yaşamayı özledim. Kokusunu özledim. Beni yazana yalvardım. Onun yanına gitmek için Tanrı'ya yalvardım. Yapamadım." Meleklerin öldüğünü şeytanların sokaklarda fink attığını biliyordum. Annesiz kalan her çocuğun acısını tadıyor babasızlığı hissedenlerin sevgisine sevgimi katıyordum. Acımı yok ediyor sevgimi size gömüyordum. Çocukluğunu gömenlerin çocukluğu oluyordum. Nefesini kaybedenlerin nefesi oluyordum. Bu gece ölümü arzulayan her ruhu arşa çıkıyor ölen bedenlerin arkasında kalan acıları söndürüyordum. Tanrı'ya yalvarıyor beni yanına alması için dua ediyordum. Annesini kaybedenlerin annesi oluyor yanık bedenim. "Annemi kaybettikten sonra Gül Hatun'un emrine sunulmuştum. Bedenimi çok küçük gören Gül Hatun beni Açelya'nın bedenine üfledi ruhumu. Yaşatamadım. Onun bedenini ruhumla yaşatamadım. Harap olan bedenimin dayanacak gücü kalmamıştı. Gül Hatun beni gelecek olan Şahmaran'ın emrine sunmak için yılanlarının en güçlüsü olarak sundu. Ve bedenim mağaranın arasında sıkıştı. Ta ki seni bulana sana erişene kadar. Ben seninle var oluyorum Eflal. Annem seninle yaşıyor."
Kendimi asmıştım. Beni ben yapan acının bedeniyle kendimi kavurmuş ve asmıştım. Yazılmaya başlanmıştı Gül Hatun'un defterinin kırmızı sayfalı sayfası. Kırmızıydı ölümün rengi siyahtı hissedilişimin rengi. Gül Hatun'un yılanları Yekta annenin ölümünü gözyaşlarıyla yazıyor kana bulanan sayfa kırmızıya gebe kalıyordu. Duha yok oluyor bedenimde kol geziyordu. Duha'nın varlığı beni koruyor ve fısıldıyor çatallı dilinin esintisiyle. "Orada. Seninle. Sana senin kadar yakın." Nefesim boşluğa düşüyor yılanlar siyah sayfayı yazmaya başlıyor. "Arkandayım..." Benimle benim ölümüme adım adım yılanlarımla gidiyordum. Nefesimi soluyor onu yaşatıyordum. Beni zehirliyor ölü bedenini yaşatmak için beni öldürüyordu. Varlığıma varlığım olana dek...
Acıyor, kanatıyor beni yaşatıyordu. Beni benimle yakıyor, bedenimi kavuruyor. Ellerimde kan izleri. Bana onu sunuyordu. Beni ölüme sunuyor bedenimi yakıyordu. Ve Şahmaran aşkına yenik düşüyor,
Her bölüm sonu bir şiir. Geceye hoş geldin güzel yılanım.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Şahmeran
FantasyArkandayım... Maranların soyunun en güçlü kadınıydı. güzelliği yılanların zehri ile harmanlanmıştı. Pullarıydı varlığını yok eden acısıydı öldürdüğü insanların kanı ve sizdiniz arkanızda gördüğünüz suretin resmi. Kırmızıydı ölümümün rengi ve siyahtı...