Ruhumun içine açtığım yara oyuldu, yaramın içinde kan peltelendi. Ruhumun içindeki acının gerçek halini gözler önüne serdim. Gökyüzünün siyahlığı çalındı, kırmızıya boyanan tuvalin içinde kalan siyahlık burada yerde yatan bedenlerimiz olmuştu. Yağmurun sildiği renklerin arasından kendi soluk renklerimiz ile çıkmıştık. Tuvalin içindeki acı neydi? Acı, yürüdüğün yolların arasında çiçekler toplamak istediğini zannettiğin zamanda, yürüdüğün yolların içinde teker teker sevdiklerinin cesetlerini topladığını fark ettiğin an da yüzüne yakıcı darbesini vurmaktan çekinmeyen tek duyguydu. Gece tablodan elini çekti, vakit şafak zamanıydı. Şafağın içindeki cesetlerin hepsini topladım. Önce kendimden başladım, Toprak ile devam ettim. Annemin cesedini ise şafağın içinde gömdüm. Alev içinde kalan bedenimin yangını bedenimi işgal altına almaktan geri durmuyordu. Annemin mezarının yanında duran kundak alev aldı, kundağın içindeki bebeğin yüzünü kara bir is lekesi kapladı. Gözlerinden akan yaşların rengi değişti. Kundağın yanı başında duran kadının sureti olmuştu Gül Hatunun acıyla bağıran bedeni. Yanıyordu, kundakta duran bebeği ile yanmaya devam ediyordu. Ölü her bedenin resmini gördükçe ateş harlanıyordu. Gül Hatun acıyı reddetmiyordu. Buna boyun eğiyor, olanları kabulleniyordu. Gül Hatunun, yüzündeki acı canlandı. Gözlerinde gördüğüm pişmanlık bana uzandı. Devrim'e gözyaşlarını sundu. Ateşin harlanması son olmadı, en parlak ateş o an can buldu. Bir ölüm daha dize geldi...
Devrim'in sıkıca sardığı bedenimi serbest bıraktırmıştım. Bana hâlâ sarılmaya devam ediyordu, bırakmamıştı fakat eskisi kadar sert tutmuyordu bedenimi. Okuduğu mektubun ağırlığı içinde küçük kalıyor bedenim un ufak hale geliyordu. O Cennet'in adamı olarak adlandırılmıştı, bilinmiyordu şeytanın aitliğini sürdüğü toprakların efendisi olan adamdı. Devrim, ateşlerin içinden çıkıp gelmiş ait olduğum yerden beni koparmış bedeni ile yakmaya gelmişti. Ruhumdan sarkan ipin ucunu yakmıştı, yaktığı ipi kendi ruhu ile bağlamıştı. Ruhumun ruhuna mührünü vurmuştu. Yerde uzanan bedenimi toparlamakta güçlük çekiyordum, yaşadığım olayın gerçek ile rüya arasında gerçekleştiğine inanmak istesem de olduğum konumun gerçekliği beni mahvediyordu. Gözüm annemin bedenine ait olan yere kaydı, babamın kıpırdayan dudaklarından akan acının şeytanlığı yanı başında dikiliyordu. Gözlerinden akan yaşları durdurmak bunu anneme fark ettirmemek için her kelimesinden sonra yanaklarını eli ile siliyordu. Biliyordu, annem bunu görmese bile hissediyordu. Bunu anneme hissettirdiği için kendine kızıyordu ama elinden başka bir şey gelmiyordu. Dudaklarımı ıslattıktan sonra toparlanmak adına boğazımı temizledim. Devrim'in bende olan bakışları daha fazla dikkat kesildi, kısılan gözleri ile her hareketimi izledi. "Gidelim artık." İki kelimeyi bir araya getirmekte zorlanıyordum, bunu anlayış ile karşılıyor bana yardım ediyordu. Yardım ederken her defasında canımdan bir parça koparıyor benim yavaş yavaş tükenmemi izliyordu. Üzerimdeki tozları çırpmış ve babamın yanına yavaş bir şekilde ilerliyordum. Konuşmasını bölmek istemiyordum, duymak istemiyordum. Çünkü duyarsam yine aynı şeyleri yaşardım, bu sefer ise kolay bitiremezdim halimi. İçime çektiğim her nefesimin adı annemin ismini fısıldar olmuştu. Sarıldığım her acının arasına sığınır oldu ismi. "Babam, gidelim artık. Annemi daha fazla yormayalım, üzülmesin daha fazla olur mu?" Duymazlıktan gelemediği kızını haklı buluyordu. Onu üzmek istemiyordu. Fısıldar şekilde annemin mezar taşını elleri ile seviyor ona özenle bakıyordu. "Geleceğim Işık'ım. Hiç bırakmayacak Enver'in seni. Yanına da gelecek soyadının sahibi olan senin aşkın ile kavrulmuş olan adamın." Babamın benden önce tükenmesini istemiyordum, babamdan önce tükenmek ne kadar çok istesem de onu bir kez daha evlat acısı ile sınamak istemiyordum. Beni mezarlığın sonunda bekliyordu Devrim, adımını atmıyordu ne zihnime ne de ruhuma. Babamın beline sarılmıştım, elini omzuma koymuştu. Birbirimize dayanak oluyorduk, birbirimizden başka ördüğümüz duvarların içinde kimse kalmamıştı. İki ruhun semalar içinde kayboluşuna tanık olmuştuk. Mezarlığın çıkışı, ruhun sonu. Devrim'in arabasına binmiştik, babam arka kapıyı açmış ve oturmuştu. Babam annemin yokluğundan sonra kendinde değildi. Ruhunu şeytana satmaya hazır bir insanoğlu gibiydi. Sattığı ruhundan sonra araf boşluğunda kalacağını önemsemeyecek kadar uzaktı kendinden. Oturduğum ön koltukta Devrim'in soğuk duvarlar arasında sıkışmış olan yüzüne baktım. Olanları biliyor, yaşayacağım her evreyi bildiği halde susuyor ve acıları ile kendi içinde savaşıyordu. Beni nasıl öldürecekti, bunu gördüğü halde nasıl susabiliyordu, nasıl benimle kalabiliyordu? Yüzüme dokundu bakışları, gözlerinin içindeki donmuş bakışlarda gördüğüm ceset kendi yüzüme aitti. Sustum, annemin acısı ile bezenmiş ruhumun içindeki ceset ile beraber sustum. Araba çalıştı, sessizlik arabada intiharını sundu. Hüznün esiri oldu arabanın içindeki tuval. Resmin soluk renkleri ile bezenmişti tuvalin gri rengi. Camın önüne yerleştirdiğim kitabın üzerindeki Şahmeran'ın yüzündeki gülümseme asılı kalmıştı. Şahmeran gülmezdi,kıvrılan bedenindeki siması durgun olurdu. Kitap yazılıyordu, Devrim gelecek acının farkındaydı. Gülümseyen Şahmeran'a olan donuk bakışlarının içinden uzanan dikenler onun canını yakacak güçteydi. Şahmeran'ın tek acısı Devrim olmuştu. Yanan sigarının izmaritinin üzerinde söneceğinin farkında oluşu onun canını yakıyordu. Devrim'i canı kadar seviyordu. "Arabayı durdur." Babamın sessizliği bıçak gibi kesen sesi ortaya yıldırım gibi düşmüştü. Dokunanın canı yanacaktı, babamın bir korkusu kalmamıştı. Kaybedecek daha neyi kalmıştı. Devrim, babamın sesine uymuş arabayı sağa çekmişti. Gelen arabaların çalan kornaları umurumuzda dahi değildi. "Baba?" Sesimin soluksuzluğu kendini belli ediyordu. "İnme Doğa, eve kendim geleceğim." Dikiz aynasından Devrim'e baktı. "Sana emanet." Kızını emanet ettiği şeytanla bir anlaşma yapıyordu. Konuşacak tek kelimem bile kalmamıştı. Dur diyemezdim, gitme baba diyemezdim. Kızının sana ihtiyacı var onunla kal diyemezdim. Farkındaydı, benim acım öldürmüştü her ikisini de, şimdi katili olduğu kızı ile kalamazdı. Aynı havayı soluyamazdı, aynı havanın ciğerlerimize nüfuz etmesini istemezdim. Babamın da katili olmak istemezdi lanetler okuduğum bu bedenim. Kapıyı açıp, nefes almadığı arabanın içini terk etmişti. Tek başına ilerlemeye başladığı yolda kendini kaybediyor, sarsak adımlarını yolların işkencesine dahil ediyordu. Devrim, babamı bir süre izlemiş gittiği yolları zihnine kazımıştı. Camın önünde duran kitaba uzanmış, yazılan sayfayı açmıştı. Beni bekleyecek hüznün dikenli yollarına kendi elleri ile götürmek için hazırlanıyordu. Kitabın kapağı kapandı. Şahmeran'ın yüzü durgunlaştı, bedeni geri eski haline dönmüştü. Gül Hatunun ruhu bir kitaba sığmıştı. Toprakların altına sığdırılamayan ruhlar bir kitaba sığdırılmıştı. "Devrim, anlatacak mısın?" Anlatmayacağını adım gibi bilirken gereksiz bir soruyu sadece benimle konuşması için sormuştum. Zihnime bastığı toprak yollarda ateşlerinin izi vardı. Geri gelmişti, sırf bu sorumun arkasındaki düşüncemi görmek için. "Gereksiz soru soruyorsun Maran." Maran değildi bedenim, ona baş kaldırmıştım. "Maran değil, Doğa, Devrim. Adım Doğa. Maran'ın bedeni kanlı, Maran'ın ruhu acılar ile inşa edilmiş, yanan bir bebeğin ruhu ile." Yüzüme uzandı, elini yanağıma yerleştirdi. Yüzümün her detayını gözlerinin hapsine aldı. Her ayrıntımı resmetti. Gözlerinde kendime ait olan bir portre gördüm. "Onun bedenini kanlı yapan senin ruhunun ta kendisi, çocukluğun ile inşa edilen ruhun yansıması gözlerinde duruyor. Gözlerine her baktığımda yanan senin çığlıklarını görüyorum."

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Şahmeran
FantasyArkandayım... Maranların soyunun en güçlü kadınıydı. güzelliği yılanların zehri ile harmanlanmıştı. Pullarıydı varlığını yok eden acısıydı öldürdüğü insanların kanı ve sizdiniz arkanızda gördüğünüz suretin resmi. Kırmızıydı ölümümün rengi ve siyahtı...