Ölü zamanın dili

106 63 8
                                    


Özlemin ağır bastığı noktada elinize bir kalem verilirdi. Hayatınız yazılmaya bedeniniz ölümünü gerçekleştirmeye başlardı. Sunulan bu defterde duygularınızın değil öldüğünüz zamanın anıları yazılırdı. Sen, arkandakiler, bedenin, ruhun ve hissedemediğin ama hissetmek adına yalvardığın duyguların çıkardı ortaya. Bir bedene bağlanır onu özler hissetmek kavuşmak isterdin. Kavuşamadığın noktada kalemin geçer dili kemiğe sığmayan hareketlerle göğsünün tam ortasına. Namertçe, nankörce satırlarını aralar ve yazılarını dökerdi. Kan lekesi gibi sıçrayan beyaz sayfanın namusunu kirletir. Çizer, karalar onu perişan ederdi. İnfaz için önce bedenden başlanmazdı. Önce ruhun, kalemin ve bedenin olarak devam ederdi. Kalemi yazmak için elime tutuşturmamıştım. Kalemi göğsüme saplamıştım. Kalemi kırmış beyaz sayfanın masumluğunu korumuştum. Ben ruhumu değil bedenimi katletmeye ant içmiştim. Önce bedenini değil, ruhunu yılanım...

Bedenim bedenine sarılmıştı. Nefesini nefesime karıştırmış ona sarılmıştım. İtaat emrini yerine getiren bedenim memnuniyetle ona sarılıyordu. Uğuldayan kulaklarım susmuş karşımda duran adama bakıyordum. Titrek nefesim dudaklarımdan kendini bırakmış buharını havaya asmıştı. Uzun parmakları saçlarımda turlamış kara gözlerini mavi gözlerime sabitlemişti. Siyah saçlarının tutamları alnına ulaşmış dökülen yağmur taneleri bizi ıslatmak ile kalmıyor soğukluğunu iliklerimize kadar hissettiriyordu. Kalın sesinin sertliği taviz vermiyordu. "Şahmaran. Avuçlarımdasın." Kendimi teslim etmemiş, zihnimi ona bırakmıştım. Karşımda duran adamın hissiyatıydı kelimelerim her biri. Ona tutunsam yanarım, ona tutunmasam düşerim. Duha'nın yakıcı sesi kalbimde zehrini bırakmıştı. "Seni, kendinden daha çok koruyacak adamın karşısındasın. Seni, kendinden daha fazla öldürecek adamın avuçlarındasın." Titreyen gözlerim, gözlerinde turluyordu. Kendimi geri çekmiş karşımdaki adamı izliyordum. Susuyordum, biz onunla en çok susmayı seviyorduk. Siyah kaşe kabanın ardına saklanıyordu. Ruhunun arkasında onu izliyordum. "Devrim..." Dudaklarımın hoş gördüğü ismi dudaklarımda kor bir ateşi söndürüyordu. Bedenim sökülmüş ruhum ipliklerine ayrılmıştı. "Sen? Burada nasıl olabiliyorsun? Zihnimde nasıl benimle yaşıyorsun? Beni nasıl buluyorsun?" Zihnimde yaşamaya çalışan adamı ellerimle katletmiş ruhumla ruhunu örtmüştüm. Gerçekliği ile yüzleştiğim vakit bedenimi bedeni ile kapatmıştı. "Buradayım. Çünkü seni duyabiliyorum. Seni hissedebiliyorum." Çatık kaşlarının altında duru bakan gözleri hırçın dalgaların akıntısına kapılmış ve sönmüştü. Dalgaları artık kayalıklara çarpmıyor onları kanatmıyordu. "Neden beni öldürüyorsun?" Bu bir yakarıştı, bir yalvarıştı. Ellerimle katlettiğim adamın elleriyle beni boğmasıydı. "Seni öldürmüyorum, seni benimle yaşatıyorum. Zihninle yaşıyorum, yaşıyoruz." Kurduğu cümleler saçmalıktı. Baştan aşağıya yer alan kurgulanan her sözcük saçmalıktan ibaretti. "Bu çok saçma. Benimle yaşayamazsın. Bunca zamandır yokluğunu hissedemediğim şeyin varlığını hissetmem çok saçma anlıyor musun?" İtirazım boşunaydı. İtirazım ona ulaşmıyor beni duymaktan vazgeçiyordu. "Sadece sen değildin anlamayan." Başıyla montumun içinde kalan kitabı gösterdi. Orada olduğunu biliyordu. Beni biliyordu. "Okumadın. Okumaya cesaretin mi yoktu yılan?" Cesaretim yoktu. Belki hazır değildim. Okuyacaklarıma bu kez hazır değildim. "Okumalısın. Siyah sayfadan başla Duha sana nedenini söyleyecektir." Duha bedenini Devrim'den sakınmış kendini bedenimin arkasına atmıştı. Görünmekten korkuyordu. Onların görmesinden deli gibi korkuyordu. "Duha'yı nereden biliyorsun? Sen benim hayatımı bu denli nasıl biliyorsun?" Dudaklarından esen hafif tebessümü beni küçümsüyordu. Onun üstünlüğünü kabul etmek üzere olduğumu anlamış gibi durmuştu. Bilmiyordu, soyunun en güçlü yılanı karşısında duruyor ve ona boyun eğmeye razı gelmeyecekti. Bilmiyordum, karşımda beni yenebilecek bir adam duruyordu. "Sana şahdamarın kadar yakınım Eflal. Zihninde dolaşıyor ruhuna ellerimi sürüyorum. Bedenini seninle yakıyor seninle yanıyorum bunu unutma." Yandığım kadar yanıyor beni bedeni ile yakıyordu. Yağan yağmurların getirdiği soğukluğu artık hissetmiyordum. Yağan yağmur değildi, harlanan közlerdi. Onun gözlerinden akıp gelen yağmurları bedenimde toplamış beni de onu da yakmasına izin vermiştim. Biz birbirimize yanarak muhtaç kalmıştık bunları bilmiyordum. Bizim birbirimize muhtaç olduğunu bilmiyordum. Beni yakacak olan adamın beni söndüreceğini de bilemezdim. Birbirini katleden iki azılı katildik. Arkada duran arabasına doğru büyük adımlarıyla ilerliyordu. Siyah Range Rover'ın kapısını açmış karşımda öylece bana bakıyordu. Yağan yağmurun altında yüzüme yapışan saçlar beni bunaltıyordu. Dalgadan uzak bir sesle ama oldukça dalga geçer gibi duran sesiyle bana sesleniyordu. "Yağmurun altında kalan enikler gibisin." Dudaklarım aralanmış karşımda resmiyeti ve oldukça cüssesi ile duran kişiye bakıyorum söyledikleriyle görüntüsü ne kadar da tezat kalmıştı. Mırıldanan dudaklarımı okuduğunu biliyordum. "Komik seni." Saçlarından damlayan suları yok saymaya çalışsa da yağmurun altında durdukça onunla beraber olacaktı. "Komik olmadığımı biliyorsun. Hadi gel." Gidecek miydim? Elbette. Desem bile emin değildim, tanımıyordum. Bana bir şey yapabileceğini sanmıyordum. Duha'nın kendinden daha çok güvendiği kişi olmuştu Devrim. Duha bildiklerini bana anlatmamakta ısrarcı olan bir yılandı. Sordukça anlatacak, çözülecek düğümlenen iplerini benim açmam için bekliyor olacaktı. Duha'nın sesi beni onaylıyordu. "Onunla git, anlatacakları olabilir. Birbirinizi çok daha fazla göreceksiniz. Alışmalısın Eflal. Azılı katilini tanıman lazım." Birbirimizi bir kez değil birçok kez öldürecektik. Beni katledecek olandı. Arabanın kapısını kapatmış camın arkasından bana bakıyordu. Islanan saçları onun umurunda bile değildi. Arabaya doğru ilerliyor, ilerledikçe uzaklaşan yola hayretle bakıyordum. Yakınlaşmam gereken yol uzaklaşıyor. Araba görünmez hale geliyordu. Ellerim başımı tutuyor. Konuşan Duha değildi. "Şimdi olmaz, bizim yanımıza gelemezsin." İstemiyordum, bunu isteyen ben değildim. "Dayanmalısın Eflal. Buna karşı koymayı öğrenmelisin." Dayanmaya çalışıyordum. Gelemediğimi fark eden Devrim çatılan kaşlarının ardından bana anlamayan gözlerle baktığına emindim. Onu bu kadar olsa da tanımıştım. Meraklıydı. Elini arabanın kapısını uzatmış hareketlerime temkinle bakıyor olası bir harekette yanıma gelecekti. Buğulanan gözlerim kendini kapamaya hazırdı. "Sakın! Soyunun en güçlüsüsün. Kendini kontrol et." Kimdi bilmiyordum, zihnimde varlığını sürdürenler beni yoruyordu. "Ben güçlü değilim. Hiçbir zaman da olmadım." Pes mi ediyordum? Evet. Pes edilecekse böyle edilmeliydi. Bu idim. Ne kadar kabullenilmesi zor olsa da ben buydum. Olabileceğimin en kötüsüydüm. "Hayır, n'olur topla kendini. Eflal bize bunu yapma. Gül Hatun'un sayfasını boş bırakma." Yazılan sayfalar boş kalabilirdi. Bu umurumda olmazdı. Yaşadıklarımı kendi gözlerimle seyreden zaten bendim. Bu gözle bakmak yeterince yormuyormuş gibi başka bir gözle daha okumak istediğimi zannetmiyordum. "Ben yapamam." Umudumu kestiğim zaman bileklerimi de kesmeye hazır olurdum. Umudumu ben Toprak ölünce kesmiştim. Bileklerimden akan katran karası kan kurumuş ölümüme ramak kalmıştı. Sesinde duran acizliği toplamış beni sesiyle sarsmaya çalışıyordu. Kimdi bilmiyordum onu göremiyor hissettiklerini hissedemiyordum. "Gül Hatun, senin en güçlü yılan olduğunu söylemişti. Yanılmış. Sen güçsüzlüğü ile bilinen yılanlarına sahip çıkamayan bir yılansın." Durmamış devam etmişti. "Gözlerini kapatırsan ölürüm Eflal. Duha'yı daha ne kadar annesiz bırakacaksın." Ölümünü gözlerinde görmüştüm. Annesizliğini hissetmiştim. Annesizliği yaşarken tatmıştım. Babasızlığı yediğim her tokatın ardında hissetmiştim. Gözlerimi sıkı sıkıya yummuş gerçekliğe kendimi kapatmak için durmuştum. Arabadan inip yanıma gelmiş olan Devrim'in sesi hafızamdan silinmiyor zihnimde yankısını uyandırıyordu. Varlığı canlanan adamın zihnimde duran ayak izleri kalıyordu. "Maran, kendine gel. Hadi güzel yılanım. Kıvrıl bedenime. Zehirle bedeninle bedenimi." Gözlerimi açamadım, bedenine bu sefer kıvrılamadım. Zehrimle kendimi katlettim. Yekta'nın can yakan sözleri bedenimi uyandırmaya yetmemişti. "Kaybeden oldun, Ademoğluna kazanan. Yılanların zehrini bedenine süren. Uyan Şahmaran, gerçekliğe aç kırmızı okyanuslarını." Bileklerimi sulara basmış bedenime kırmızıya boyamıştım. Duha'nın sesi benimleydi, annesine kavuşan Duha'nın minnet dolu sesi kulaklarımda şen bir kahkahanın eseri olmuştu. Gerçekliğe açmamış, inime varmamıştım. Ruhumu duvarların arasına sıkıştırmış Yekta anne ile Duha'nın kavuşmasına neden olmuştum. Ölü bir bedene ruhumu üflemiş. Nabzımı kesmiştim. Ruhum onundu. Yekta benimle var oluyor benimle yok oluyordu. Devrim'in sesini kaybetmemiş zihnimde ona yer vermiştim. Yerde yatan bedenimi kucağına almış, saçlarımı yüzümden çekmiş avuç içlerinde duran yüzüme kayıp bir okyanusta son kez çırpınırız gibi bakmıştı. Son kez sevdiği okyanusta kendini kaybeder gibi. Kalın sesinin otaritesi bozulmamış nabzımın atacağını bilecekmiş gibi konuşuyordu. "Maran, birbirimizi öldürmeden gidemezsin. Bunu aklından çıkar. Ölmene izin vermem. Ölümümü görmeden ölmene izin vermem." Ölümümün senin ellerinden olacağını biliyorum. Öldüğün gün ölümün çıkacağını hissediyordum. Duha'nın gözlerinde parlayan ışıltı Yekta'nın gözlerinde devam ediyordu. Annesinin kokusunu içine çeken yılanın en gerçek gözyaşları dökülmüştü...

ŞahmeranHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin