Hissedemezdin, hayatının ortasına bırakılan bir kitabın hayatın olacağını bilemezdin. Onun hayatım olacağını bilemezdim. Hissedemedim, yaşayamadım. Ölemedim. Bir kasırgaya tutulmuş ve sürüklenmiştim. Sürüklendiğim kasırgada bedenimi parçalamış zihnimi kan kusturmuştum. Kendime zarar vermekten kaçınmamıştım. Onun bana zarar vereceğinden kaçmamıştım. Denizin sığ sularına atılan bedenim, düşünmekten vazgeçtiği vakit umutlarını öldürmüştü. Yaşamına son vermişti. Biz en çok ölmeyi yeğlemiştik. Yaşam denilen ucuz kelimenin ardına saklanarak ölmeyi arzular hale gelmiştik ne olduğunu bilmeden? Yaşamak güzeldi, ölmek kadar. Yaşamaktı bizi biz kılan. Yaşamdı insana huzur verip öldüren. Ve yaşamdı nankör olan. İşine geldiği gibi davranan bizi bu girdaba sürükleyen, ölümdü kendini güzel gösteren. Bize kendini cazip gösteren. Onu arzulayan insanların bedenini taşıyan elbise dikmişti kendine. Dikilen her bir ip parçasının ardından bırakmıştı kendi gerçek yüzünün gerisinde kalan kanlı suretini. Oluşturulmuş elbisenin güzelliğinden kendini alamayanlar kanlarını ona sunmaktan çekinmemişti. Kanların inşa ettiği elbiseler güzel mi gözükürdü her zaman? Karşımda duran elbisenin güzelliğine yakardım. Ellerimde tutuşan elbisenin kül oluşuna ağladım. Yaşamı avuçlarken ölümümü kefenlemiş ve kaldırmıştım toprakların ardında kalan yağmurlara. Yağmurlar ağladı insanoğlunun haline, yağmurlar sustu Şahmaran'ın varlığının bitişine...
Karşımda duran adamın suratına baktım, benimle ruhunu yakan Devrim'in varlığına alışmaya çalıştım. Yağan yağmur artık kendini fırtınaya kaptırmış esen rüzgârın ardında kalmıştı taneler. Devrim'in kısılan koyu kahverengi gözleri beni tarıyordu. İyi miydim? Korkunçtum. İyi kelimesine en uzak kaldığım anın içinde yuvarlanıyordum. Yuvarlandığım yerin sonunda kayalıklara çarpıyor bedenimi orada bırakıyordum. Yekta'nın ruhu ruhuma karışıyordu. Öldüğümü ilk kez hissetmiş ve görmüştüm. Ben kendi ölümümü gözlerimle görmüştüm. Uzun soğuk parmaklarının getirdiği hafif nemli hava yüzümde turluyor, saçlarımı yüzümden çekiyordu. Kısık sesi kendinden taviz vermeyecek derecede duruyordu. Korkmuş muydu? Sanmıyordum. "Yaşıyorsun." Sorular sormamış, nasıl olduğumu merak etmemişti. Gözlerimde gördüğü gerçeklik ona yetmişti. Yaşıyordum ya ona yeterdi. Hafif tebessümlü duran dudakları ona yakışmış beni gülümsetmişti. Yanaklarım uzun zamandır gerilmiyordu. Bir aydan az bir yıldan çok gibi gelen bir sürenin içinde ilk defa gün yüzüne çıkmıştı. Gülümsememin canlılığı. Derin uzun bir nefesi burnundan bırakmış hafif aralık duran dudaklarından buhar çıkmış havanın nefesine karışmıştı. "Yaşıyorum..." Yaşadığıma üzülüyor, onun yanında olduğum için mutlu oluyordum. Devrim, kucağına almış arabasına doğru götürüyordu. Ellerim boynuna sarmıştım. Bacaklarımın altından geçirmiş diğer elinin sırtımda bırakmıştı. Başımı dik tutuyordum. Kokusunu hissettiğin birini bırakmak zor olurdu. Beni götürmesine izin verdim. Yürüyebilirdim, yürürsem dayanamazdım. Onların beni yönetmesine izin verirdim. Bedenimi burada bırakır ruhumu yılanlarıma bahşederdim. Arabaya binmiş kafamı koltuğa yaslamıştım. Derin bir nefesi ciğerlerime armağan etmiştim. Devrim, yan tarafıma geçmişti. Çalıştırdığı ısıtıcı ile sıcak hava nüfus etmişti bedenlerimize. Ellerim donmuş ayaklarımı hissedememiştim. Sessizlik, kendini asmış onu kurtarmamızı bekliyordu. Başımı camdan tarafa çevirip yolu izlemeye başladım. Araba yağ gibi kayıyordu asfalt yolun üstünde yağan yağmur şiddetini arttırmıştı. Artık yağan sadece yağmur değildi. Rüzgârıyla birlikte gelmişti. Gidiyordum, onunla bilmediğim bir yolda ilerliyorduk. Kanlı cesetleri geride bırakıyor kendi suretimizi görmek için bu yolda beraber ilerliyorduk. Devrim'in çalan telefonuydu sessizlik denen bedenin kendini kurtarması. "Söyle!" Kaba bir insandı. Yerine göre, her zaman. Alo, demesindense bunu demesini yeğlerdim. "Gelemem şuan Çağın." Karşı tarafının feryadı buradan işitiliyordu. Onları dinlemiyordum. "İşim var. Sana hesap mı vereceğim? Karım mısın? Git Tutku'ya yap bunları hadi. Eğleme beni." Kapatmış daha demin hiç sinirlenmemiş gibi yoluna devam ediyordu. Tutku. Sanmazdım, binde bir ihtimalin bana çıkacağını. Düşünmekten zaten yorulan zihnime bunu da düşünmesi için izin vermemiştim. Yollar daralmış gideceğimiz yer farklılaşmıştı. Evime gitmiyorduk. Artık evime çok uzaktım. Şaşkınlığımı gizlemiş, Devrim'in rahatça sürdüğü arabanın içindeydim. "Devrim!" Bana çevirdiği başı kahverenginin en güzel rengini göreceğimi düşünmeme engel olmuştu. Bendeydi. "Evime gitmiyoruz. Geri döner misin lütfen? Beni evime bırakır mısın?" Elleriyle ritim tuttuğu direksiyonun üzerinde bir melodi oluşturmuştu. "Evine götürüyorum." Bedenimi ona döndürmüş yan profiline bakıyordum. Uzun kıvrık kirpikleri gölgeliyordu gözlerini. Düzgün burnu ve kalın dudakları çok güzel duruyordu onda. "Şaka mı yapıyorsun sen? Bak evime gitmek istiyorum dedim." Arabanın frenine aniden basmış bedenim ileriye gitmişti. Bedenimi elleriyle engellemişti. Emniyet kemeri takmamanın zararlarıydı. Her zaman ciddi olan sesi koyu bir renge hakim olmuştu. "Şaka yapmadığımı söyledim. Evine gitmek istiyorsun bende götürüyorum." Elimi alnımda gezdiriyordum, başım ağrıyordu artık. "Gerizekâlı değilim. Evimin yolu değil diyorum sana." Bedenini bedenime çevirmiş yüzüme dikkatli bir şekilde bakıyordu. Beni gözleriyle bitiriyor ruhumu ona vermemi sağlıyordu. "Ruhuma götürüyorum seni. Zihninin dar olan odalarına. Duha'nın yanına. Evine." Susar olmuştum. Ruhuna ruhumu karıştırmaya. Duha'nın yanına gitmeye. Çığlık çığlığa annesinin acısı ile yanan yılanımın yanına gitmeye. Evimin dar odalarına adım atmaya...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Şahmeran
FantasyArkandayım... Maranların soyunun en güçlü kadınıydı. güzelliği yılanların zehri ile harmanlanmıştı. Pullarıydı varlığını yok eden acısıydı öldürdüğü insanların kanı ve sizdiniz arkanızda gördüğünüz suretin resmi. Kırmızıydı ölümümün rengi ve siyahtı...