Özlem, girdiği kalbin içinde kıvrılır. Küçülür, zehirler seni öldürür. Özlem kalleşçe sızdığı kalbin içinde kendini göstermekten geri durmazdı. Özlem, kendini gün yüzüne çıkarmaya çalışan iblis ruhlu duygunun ta kendisiydi. Özlem, kalbime ilişti. Sessizliğimin içine nefesini bıraktı. Elimde tuttuğum kalbimi kendi elleriyle sıktı, onu paramparça etti. Özlemdi, bizi en çok yıkan. En çok kendini hissettirebilen. Annemdi, özlemin adı. Annemdi, özlemim. Ailemdi, kalbimi zehirleyenin acısı. Şafağımı sökerken gecemi karartandı özlemin yalın adı. Özlem, gecelerimi kırmızı rengine boyarken şafağımı karartmaktan geri durmamıştı. Beni öldürmüştü, annem bizi öldürmüştü. Babamın bedenini canlı bir şekilde toprağın altında gömdüğüm gün anladım, ben o gün ölmüştüm. Annemin okyanuslarını kapattığı gün gerçekliğe kapanmıştı bedenim. Sıyrılmıştım, var olduğum dünyanın nefes alınmayan noktasından. Yaşam denen kelimenin aslında yaşanacak bir yer olduğunu anlamıştım. Ölümdü sahici olan, ölümdü insanın gerçek yüzü. Yaşamdı, nankörlüğün içinde barındırdığı bencilliğini gösteren. Bize acılarını katan bir resim olmuştu, yüzümüzde tattığımız acının yalnızlığında boğulurken sesimizi çıkartamadık. Onu Toprak'a emanet etmek istemedim, bedenini toprağa karıştırsın istemedim. Ben en çok annemi özledim.
Girdiğim evin içinde önce kendimi, sonra ruhumu kaybettim. Babamın sesini, işittim. Bir cam patlamıştı evin içinde, kırıklarını toplamaya kimsenin cesareti yoktu. Cam kırıkları ses tellerimize batmıştı. Toplamaya mecalimiz yoktu. Babamın sesinden cam kırıklarını toplamak istedim, kendi cam kırıklarımla karıştırmak istedim. Yapamadım, düğümlendi dilim. Düğümlendi boğazım, karışamadım annemin bedenine. Ruhumundan alıp veremedim onun ruhuna. "Işıl, n'olur aç gözlerini. Seni çok seviyorum Işıl." Bedenine sarmış bedenini. Babamın iri cüssenin sardığı annemin cansız bedeni yatıyordu. Ölüm bu kadar güzel miydi? Ölüm yakışır mıydı bir insanın bedenine? Ölüm annelere yakışır mıydı hiç? Sustum. Nefesim yetmedi, çığlığımın gücüne nefesim yetmedi. Ağlamama nefesim yetmedi, gözyaşlarımın yıktığı duvarlar altında ölmek istedim. "Anne!" Çığlığımın içinde kaybolmuştum. Titreyen bedenim o gün hiç durmadı, annemin bedeni o gün hep sustu. "Işıl, ses ver güzelim. Sesin benim dünyam. Benim yaşamım sensin Işıl." Elleriyle sıkı sıkıya tuttuğu yüzünü seviyordu. Hayatını adadığı kadının ölümünü taşıyamayan adamın acısını kimse hafifletemezdi. "Işıl, seni çok seviyorum. Yalvarırım, devirme beni." Babam konuştu, annem konuşmadı. Sesimi çıkaramadım, babama sarılamadım. Annemi sevemedim. Anneler ölmezdi, ölemezdi. Ölmemeliydi. Tanrım, ruhumu neden almadın. "Baba..." Sarıldım, sarılabildiğim kadar annemin yerde yatan bedenine tutundum. Kendi bedenimde izi çıkasıya kadar onu sarmak istedim. Söyleyemediğim ne kadar kelime varsa söyledim. "Seni çok seviyorum ben biliyor musun? Yaşım kadar, çok seviyorum seni. Kalbimin içi kadar çok seviyorum seni. Sen benim annemsin, ölemezsin. Ölme, yalvarırım ölme. Anne..."
Bir insan hayatında defalarca kayıp yaşayabilirdi, hayatımın kayıplarını en yakınlarımdan yapmaya başlamıştım. Ben kaybetmeye en başından başlamıştım, ölümümden yaşamıma kadar baştan başlamıştım. Ruhumun içinde kalan acılarımın başından başlamıştım. Cesedimin üzerinde yer alan kırmızlığın içinde kaybolmuştum. Bir kan lekesi sıçramıştı üzerime, asla çıkmayacak bir kan lekesine sahip olmuştum. Ellerim, yüzüm ve bedenim asla çıkmayacak bir izi taşımaya yemin etmişti. Annesinin kanını ellerinde taşıyan bir kız olmuştum. Yelkovan döndü, akrebin zehri yelkovana karıştı. Birbirini kovalayan iki cambazın, zehirleri karıştı bedenlerine. Yelkovan döndü, akrep zehrini sakınmadı. Yelkovan döndü, akrep durmadı. Babamın elini sırtımda hissettim, bana güç vermek istedi, gücünden katıp karıştırmak istedi. Bir oturma odasında ilk cinayet işlenmişti, yılanların nankörlüğünde ilk infaz başlamıştı. Göreceğim suretleri ezbere biliyor olacaktım. Onların yüzünde turlayan ellerim onların sıcaklığını bilecekti. "Baba." Devamı gelmedi, devamını beklemedi. Yüzümü annemin güzel yüzünden alıp babama baktım. Durmadı, hiçbir şey beklemeden sarıldı. Açılan her yaramızın üstüne birbirimizin bedenlerine baktık. O gün baba-kız durmadan ağladık. "Doğa'm" Bir ölüm, dize getirdi başka bir ölümü. Bir çocuğu ruhunda kanlı bir harp bir adamın ruhunda kanından işlenmiş bir kefen çıktı ortaya. "Üşüdü mü annem çok? Üşümesin, sar onu bedeninle. Yatmasın yerde olur mu? Soğuk istemez benim annem. Üzerine çok toprak atalım saralım onu üşümesin baba olur mu? Üşümesin benim annem." Boğazım düğümlerini sökmek istedi. Ellerim kendi bedenimin cesedini taşımak istedi. Biz ölmeyi istedik. "Annem ölmesin baba." Kabullenilmeyen yaranın içinden oluk oluk kan durmadan aktı. Bizim üzerimize boyanan kan lekesi durmadı. Silindi, silinmeye devam edildi. O yara o gün kabuk bağlamdı. Biz o gün yaralarımızı saramadık. Babamın soğuk bedeni sardı yanıp kavrulan bedenimin üstüne. Cehennem, ateşi ilk kez bizi kavurdu. Cennet, bizi ilk kez istemedi. Kırmızının kavurduğu bedenin beyaz tenine baktım. Ölü teniyle bütünleşmiş kadının ölümü mü olmuştu beyazlığı? Sormadım, sustum. Ağladım, babamı istedim. Annemi istedim, oğlu ile beraber olmasın istedim. Ben annemi istedim. "Baba, ben annemi istiyorum. Üşümek istemiyorum, ben ölmek istemiyorum. Anne! Aç mavilerini yalvarırım, açsana o gözlerini anne! Duysana beni, duysana kızını. Sarsana Doğa'nı." Çığlıklarım devam etti, Devrim bedenimi sardı. Annemden uzaklaştırdı. Babam, âşkı yaşadığı kadının gözlerinde öldü. Devrim'in tuttuğu bedenin ölümü gördüğü resimden sonra oldu. Yerde uzanan, beyaz teni iyice beyazlamış. Çikolata rengi gibi olan saçları yere yayılmıştı. Ellerini karnın üstünde tutuyor, küçük tebessümünü dudaklarında barındıyordu. Ölümü güzelleştiren kadının bedeni gömülmek üzere bekleniyordu. Babam, annemin yüzüne bakıyor gözyaşlarını saklamıyordu. Resmiyetli yüzünün kilidi kırıldı, acısına ağlamaya başladı. Babamın, ölü bedeni devrildi. "Işıl, güzelim. İkimizi beraber gömeceğim." Titreyen ellerim durmadı,üşüdüm sıcaklığımda kavruldum. "Devrim, bırak beni. Öldürmek mi istiyorsun? Şimdi yap. Öldür beni. Şahmaran'ın bedenini göm toprakların altına. Bırak beni, Doğa, annesine sarılsın." Devrim bırakmadı, yıkmaya çalıştığı bedeni tekrar inşa etmek için bekledi. "Olmaz Maran. Seni bırakamam." Ellerini, belimden geçirmiş sıkı sıkıya tutuyordu bedenimi. Ayaklarım yerden kesilmiş Devrim'in sıcaklığında kavruluyordum. Kendi cehennemimi soğuturken, onun cehennemi beni yakıyordu. Babam,sustu. Devrim, yaktı. Annem, gömdü. Kırlangıçlar uçmayı bırakmadı. Uçan her kırlangıcın arkasında bıraktığı acıyı taşıyan oldu yüreğim. Acını eşiğinde boğulan biri olarak kaldım. Acı, dilime yayıldı, ruhumu yaktı. "Devrim, bıraksana beni. Anneme sarılayım bıraksana Devrim. Bıraksana, ben annemi çok özledim." Babamın, tutunduğu bedenin nefessiz bedeni odanın ortasında duruyor, bizi gözleri kapanmış şekilde izliyordu. "Baba! Annem ölmesin. Ölme!" Sesim duyulmadı, Devrim bırakmaktan vazgeçmedi. Babam, anneme tutunmaktan vazgeçmedi. Yağmurlar, dinmedi, gece yarıldı. Gökyüzünün acısı annemin yüzünde belirdi. Işıl Evren'in bedeni gökyüzünün yağmurları içinde yüzmeye oğlunun yanında olmaya devam etti. Toprak, durmadı. Annemi istedi, annem durmadı. Gökyüzünde kaldı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Şahmeran
FantasyArkandayım... Maranların soyunun en güçlü kadınıydı. güzelliği yılanların zehri ile harmanlanmıştı. Pullarıydı varlığını yok eden acısıydı öldürdüğü insanların kanı ve sizdiniz arkanızda gördüğünüz suretin resmi. Kırmızıydı ölümümün rengi ve siyahtı...