( Emir SAYLAN 'dan...)
Kahvaltıdan sonra tekrar odama geçtim. Üzerimde tatlı bir rehavet vardı. İçimdeki huzursuzluk, yersiz sıkıntılar, hepsi uçup gitmişti. Sanki omuzlarımdan büyük bir yük kalkmıştı. Kuş gibi hafiftim.
Yatağıma uzanıp, ellerimi başımın altında birleştirdim. Beni birçok sıkıntının beklediğini biliyordum. Leyla, kolay biri değildi. Zor olacaktı her şey. Belki de çok üzülecektim. Ama buna rağmen mutlu hissediyordum kendimi. Çünkü başkası için önemsiz, kendim için büyük bir adım atmıştım hayatıma dair.
"Aşkın kalbime hükmetmesine izin vermiştim!"
Aşk... Şeytanın oyunu, şeytani kadınların oyuncağı bilmiştim aşkı yıllar boyu. Bunu görmüştüm. Buna şahit olmuştum. Can alıyordu aşk... Canlar yakıyordu.
Geçmişe gitmiştim yine.
Babam işletme eğitimimi yurt dışında almamı istemişti. Ben de kabul etmiştim. Amerika'ya gidiyordum. New York! Tabi yalnız değildim. Selim ve Yeşim de geliyordu. Selim, inşaat mühendisliği; Yeşim sanat tarihi okuyacaktı. Aynı üniversitedeydik. Pace University...
Amerika'ya alışmak zaman aldı ama sonunda oldu. Geziyor, eğleniyor ama derslerimi de ihmal etmiyordum. Ta ki onunla tanışana kadar... O şeytanla!
O da Türk'tü. Çok çekici bir kadındı. Bakışı, gülüşü, dokunuşu... Daha ilk buluşmada kendimi onun evinde, yatağında buldum. O ilkti benim için. Gözümü onunla açtım. Memleketinde ana kuzusu olan ben... Onun yanında tam bir erkek gibiydim. Aslında öyle olduğunu sanıyordum. Halbuki...
Aşığım ona diyordum. Sırılsıklam aşığım. Yanına gider gitmez yaptığım ilk şey dudaklarına yapışmaktı. O da asla geri çevirmezdi. Demek ki o da aşıktı.
Benden büyüktü. Epey hem de... Ama kimin umurundaydı bu. Ben onunla evlenmeyi planlıyordum. Onun için deli gibi para harcıyordum.
Bir evi vardı. Yeni baştan döşedik. Haftanın üç günü onunla kalıyordum. Fazlasına izin vermiyordu. Şiddetle karşı çıkıyordu. Hiç anlam veremedim. Ama şüphelenmedim de.
Bir gün... Ondan habersiz eve gittim. Kapıyı çalacakken, içerden sesler geldiğini duydum. Anahtarla açtım kapıyı. Gördüğüm manzara, dehşete düşürmüştü beni. Delirecek gibi olmuştum. Bağırmaya başladım. Karşıma dikildi. Yüzünde alaycı bir ifade vardı.
- Ömrümün sonuna kadar seninle olacağımı mı sandın ufaklık?
Sonra o adam geldi. Genç biriydi. Belki de benim yaşımda... Yakışıklı. " Ne oluyor?" diye sorduğunda onun da Türk olduğunu anladım. Şaşkındı. Ve öfkeli... Ama o şeytan onu da kovdu.
- Bir de seninle uğraşamam. Defol!
Adam, beynine balyoz yemişçesine dikildi bir süre, sonra ceketini alıp çıktı gitti. Ben biraz daha öfkemi haykırdım o şeytana ama hepsi boşa gitmişti.
Evden dışarı çıktığımda, o adamın beni beklediğini gördüm. Yakama yapıştı. Aramızda tam bir sinir harbi yaşanmıştı ama sonunda ikimiz de, yüzümüze tokat gibi inen gerçekle yüzleşmiştik. Bu kadın ikimizi de kullanmıştı. Hele de onu... Ailesine bile haber vermişti evlilik hazırlıkları için. Yazık!
O günden sonra ruh gibi dolaşır oldum. Kopmuştum hayattan. Öylesine kızıyordum ki kendime. Oyuncak gibi oynamıştı benimle.
Aradan bir hafta falan geçmişti. Evde dalgın dalgın yiyecek bir şeyler hazırlarken, bıçakla elimi kesmiştim. Feci halde kanıyordu yara. Umurumda değildi ki... Ama bu çözüm de değildi.
Yakındaki bir hastaneye gidip, yarama dikiş attırdım. İşlem bittiğinde hemşire gidebileceğimi söyledi. Tam odadan çıkıyordum ki büyük bir karışıklık oldu koridorda. Koşarak biri geldi odaya. İntihar eden bir gencin getirildiğini söyledi. Şaşkındım. Bir an evvel gitmek istiyordum oradan. Tam birkaç adım atmıştım ki bir kızın acılı sesi duyuldu.
- Abi!
Bir Türk'tü. Meraklanmıştım. Odaya yaklaşan sedyeye bakıyordum. Tam önümden geçerken, ömrümün sonuna kadar unutamayacağım o yüzü gördüm. Kamlar içindeydi. Tanımıştım onu. Sedye kısa bir süre duraksadı önümde. O da beni tanımıştı. Elimi tuttu bir anda.
- Sen... Sakın... Vazgeçme!
Donup kalmıştım. Tek kelime edemiyordum. Bu oydu. O adam... O gün... O evde karşılaştığım adam...
Onu içeri alıp, odanın kapısını kapattılar. Kapanan kapıya bir kız dayandı hemen.
- Abi! Abi lütfen! Beni bırakıp gitme! Lütfen gitme!
Ağlıyordu. Ben ise öylece, boş gözlerle ona bakıyordum. Genç bir kızdı. Kısacık kızıl saçları vardı. Kocaman gözleri siyahtı. Galiba kardeşiydi. Öyle bir ağlıyordu ki sanırsınız ciğerini söküyorlar.
Ne gidebiliyordum ne de olanlara anlam verebiliyordum. Ta ki kız düşecek gibi olana kadar. Hemen tuttum onu.
E: Hişt! Tamam...
Yüzüme baktı.
- Ölmemeli. Ölmesi gereken o değil.
Yine ağlamaya başladı. Neden bilmiyorum, sarıldım ona. Sıkıca hem de. O da bana sarıldı. Belli ki desteğe ihtiyacı vardı.
- Onun yüzünden. Hepsi o kadın yüzünden.
O kadın... O an bir balyoz darbesi yemiştim beynime. O kadın, o şeytan yüzünden mi yapmıştı bunu. Kahroldum. Çünkü ister istemez ben de sebep olmuştum bu duruma. Kız kollarımda ağlıyordu, ağladıkça kalbimi parçalıyordu. Onun akan gözyaşları, benim kalbimde derin bir öfke denizine dönüşüyordu.
Sonra kan lazım oldu adama. Verdim. Ama ne kardeşinin duaları ne de benim kanım, yetmedi onu kurtarmaya. Kız yıkıldı bu haberle. Kendinden geçti. Onu bir odaya aldılar. Çok geçmedi birileri geldi hastaneye, yakınları, arkadaşları belki de. Ben ayrıldım hastaneden. Kalbimde büyük bir öfke, büyük bir hırs... Şimdi hem kendi intikamımı hem de onun intikamını almalıydım hayattan.
İşte! O günden sonra dağıttım kendimi. Kalbim buz kesmişti. O kızın gözyaşları bir buz kütlesi olup sarmıştı kalbimi. Aklımsa, nefret yumağı... Tek derdim intikam almaktı. Çünkü kadınların hepsi şeytandı. Hepsi ona benziyordu. Aşk ise yeryüzündeki en büyük yalandı. Zamanla kadınlara, insanlara ve hatta hayata olan güvenimi yitirdim. Gitgide çekilmez oluyordu hayat. Kaç kere ölümden döndüm bilmiyorum. Ama şunu iyi hatırlıyorum. İlk kez kaza(!) yapıp, arabanın içinden kanlar içinde çıktığımda deli gibi gülmeye başlamıştım. Attığım taklaya rağmen sağ çıkmıştım arabadan. Demek ki daha ölmemeliydim. Demek ki daha intikamımız bitmemişti ve o adam benim buradan gitmemi istemiyordu. Koruyordu beni belki de. Pes etmek yoktu. Her kurtuluşumda biraz daha batıyordum batağa. Biraz daha kopuyordum hayattan. O zaman intikam aldığımı düşünüyordum ama... Aslında ben, kadınlardan değil kendimden intikam alıyormuşum. Pislik gibi hissediyordum kendimi. Herkes kadınların, benim oyuncaklarım olduğunu düşünüyordu. Yanıldıklarını bilmiyorlardı. Oyuncak olmaktan kurtulamayan bendim. Nefesimin kesilecek gibi olduğunu hissettim. Yataktan hızla kalkıp, pencerenin önüne geçtim. Açtım. Derin bir nefes çektim deniz kokulu. Boğaz'ın suları ışıl ışıldı. Bir süre seyrettim. Daha iyi hissediyordum kendimi. Hepsi geçmişti artık. Her şey farklıydı. Ben de farklıydım. Tatlı bir tebessüm kapladı yüzümü. Leyla... Hepsinin sebebi oydu. Hayatımda iyiye dair ne varsa, hepsinin sahibi Leyla'ydı.
Leyla... Efsane aşkın deli eden güzeli... Büyülü masalların prensesi... Şimdi, ya Mecnun gibi kendimi kaybedecektim ya da masallardaki prensler gibi prensesime kavuşacaktım.
Kolay olmayacağını biliyordum. Ama korkmuyordum. Pes etmeye niyetim yoktu. Yıllarca bir hiç uğruna acı çekmiştim. Şimdi de aşkım için çok daha fazlasını çekmeye hazırdım. Leyla buna değerdi.
Nasıl yapmıştı bunu? Nasıl başarmıştı? Ofise geldiği ilk günü hatırladım sonra. İlk göz göze gelişimizi. Ne olduysa o gün olmuştu işte. O gün, kalbimi saran buzdan ilk damla düşmüştü. O gün, o kızın gözyaşları boşalmaya başlamıştı içimden.
Şimdi kalbimde Leyla'ya duyduğum aşk vardı sadece...
Çalan telefonla, rüyadan uyanır gibi yatağa döndüm.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Melek Misin Şeytan Mı?
RomanceGeçmişti onları bağlayan... Emir SAYLAN... Saylan Holding Yönetim Kurulu başkanı. Saylan ailesinin tek evladı. Gözbebeği... Eğitimini yurt dışında tamamlamış. Bu dönemde bir kadına aşık olmuş. Çok sevmiş. Ancak, hayatının en büyük acısını yine bu k...