Arabaya bindiğimizden beri herkesin dili tutulmuş gibi çıt çıkmıyordu. Ablam bazen arkasını dönüp bana gülümsüyordu. Karşılık verecek duyguda değildim. Yanımda oturan adam durgun bir şekilde yolu izlerken gülmeye gücüm yoktu. Onun korkuları olduğu kadar benim de korkularım vardı. Hem canı için hem bana olan güveninde sorun olur mu diye. Aramızdaki bağ birbirini seven insanın arasındaki bağ kadar kuvvetliydi. O bana çekilmişti ben ona. Ne o bensiz yürüyebilirdi bu yolda ne ben onsuz... Ellerimiz kavuşmuştu bizim, ayrılmaması için çabalayacaktık. Düşünceli hâli üzmüştü. Başparmağımı elinin üzerinde dolaştırıp, sıkışan yüreğimi ferahlatmak için soluğumu dışarı bıraktım. Dışarıda olan bakışlarını üzerime çevirdi. Gülümsedi. Yanıma yanaşıp başımı göğsüne bastırdı. Dudaklarımı ısırdım. Gözyaşlarım akmasın diye gözlerimi sıkı sıkı yumdum. Ayrı olsak da birbirimize karşı hissettiklerimiz bitmeyecekti. Aksine mesafelere inat büyüyecekti. Saman alevi gibi yavaş yavaş tutuşmaya başlayacak sonra birden alevlenecekti. Gözlerimi kapayıp kokusunu içime derin derin çektim. Sayılı zamanımızın her anını değerlendirmek istiyordum.
Sanki bugün diğer günlere inat daha hızlı geçiyordu zaman. O gidecek diye mi su gibi akıyordu saatler? Ne olur biraz yavaş dönse yelkovanla akrep. Sadece bugün, diğer günler hızlı bir şekilde geçebilirdi. Özellikle şu beş ay...
İstanbul'a girdiğimizde arabanın içinde doğruldum. Aynı zamanda ablam da... Yarım saat içinde Talha'nın evinde olacaktık. Saat ona beş vardı. Talha kollarını gerip boynunu sağa sola çevirdi.
"Vay be, gitme zamanı geldi demek."
Gel de ağla Azra diyordu. Kaşlarımı çatıp dudaklarımı büzdüm. Yanağımı parmakları arasına alıp sıkıştırdı. "Büzme dudaklarını."
"Henüz gitmiyorsun kardeşim, saat gece on ikiye daha çok var."
"Bak şimdiden söylüyorum havaalanına gelmek yok. Evde vedalaşıp geldiğim gibi gideceğim."
Ne demek gelmek yok? Ben gidecektim tabii ki. Yanağımdaki elini indirip geri çekildim. Kendi kendine kararlar veriyordu. Benim hislerimi düşünmüyordu.
"Ben geleceğim. Boşuna ağzını açıp laf söyleme, bozuşuruz."
"Tamam, sen gel."
"Biz de geleceğiz Talha. Bu sefer ne kadar kalırsın?"
"Düğüne kadar izin kullanmayacağım. Nikâh ve alışveriş için geleceğim için karargâhta sıkıntı olmasın. Sonuçta Türk Silahlı Kuvvetlerinin askeriyiz sürekli izin kullanmak yakışmaz bize."
Beş ay boyunca göremeyecektim resmen onu. Bu durumdan o da rahatsız olsa da vatan için ikimizin de laf söylemeye hakkı yoktu. O gelemese de ben giderdim yanına. Beş ay boyunca nasıl dayanayım yüzünü görmeden?
Mahalleye girince hepimiz toparlandık. Selim abi arabayı Talha'nın evinin önünde durdurdu. Montlarımızı giyip arabadan indik. Sadece Talha çantasını aldı bagajdan. Birlikte eve doğru yürüdük. Anahtarla kapıyı açtığında ayaklarıma küçük köpek dolandı. Çok tatlıydı. Talha yere eğilip kucağına aldı.
"Özledin mi babayı? Bak annen geldi."
Bakışlarımı Talha'ya çevirip, "Anne mi?" dedim şaşkın sesimle. Kucağındaki kahverengi köpeği kucağıma bırakıp, "Senin." dedi. "Benim yokluğumda sana arkadaş olsun, Yaramaz."
İnanmıyorum bana arkadaş olsun diye kucağımdaki tatlı köpeği sahiplenmişti. "Adı neden Yaramaz?"
"Çok yaramaz çünkü. Hem ona da uyuyor."
Gülümsedim. Köpeğin başını öpüp, "Sen yaramaz mısın anneciğim?" dedim. Sanki beni anlıyormuş gibi havlamaya başladı.
"Hadi içeri geçelim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GİZ & ASKERİN YARİ (RAFLARDA)
Historical FictionBirbirine yabancı iki yara vardı. Sadece iki tane asla kabuk tutmayan kabuk tutsa dahi sürekli bir yerlere takılıp, her seferinde yeniden kanayan iki yara... Merhem yoktu, ilaç yoktu, bir tedavisi ya da doktoru yoktu! Birbirine panzehir iki yaraydı...