Ortam anlamadığım bir şekilde gerildi. Yanımda duran adamdan hissettiğim negatif enerji birazdan hoş olayların olmayacağını söylüyordu. Kaşları çatık, çenesini sıkmaktan dişleri kırılacaktı. Elimi yumruk yaptığı eline uzatıp ismini fısıldadım. Duymadı. Ne sesimi ne de elimi hissetti. Gözlerini kırpmadan esmer kadına bakıyordu. Kadın onun bakışlarından etkilenmemiş gibi elini dokunmak için ona doğru uzatıyordu.
"Oğlum." Dudaklarının arasından oğlum kelimesi her ne kadar samimi gelse de gözyaşları gerçekçi değildi.
"Defol git buradan! Buraya hangi yüzle gelirsin?" Kadının suratına tükürürcesine bağırdı. İrkilip bir adım geri çekildim. Kadın koluna dokunacağı zaman, "Sakın!" diye bağırdı. Bu kadın kimdi bilmiyordum ama onun nefret ettiği biriydi. Kadına olan kötü bakışlarını iki kez görmüştüm. Biri pislik adama bakarken, biri de karşımızda duran kadına. Kadın kırışmış ellerini dudaklarının üzerine getirip iç çekerek ağladı. Eskimiş montu, yırtılmış ayakkabıları zor durumda olduğunu gösteriyordu. Yardıma ihtiyacı olan bir kadından neden nefret ediyordu anlamıyordum.
"Oğlum çok özledim seni, bir kere sarılsam yeter bana. Duydum sözün varmış, annen olarak yanında beni istemezsin ama ben senin yanında olmak istiyorum, ne olur izin ver."
Şaşkınlıktan dilim lal oldu. Annesiydi. Perişan hâlde duran kadın babasını aldatan, ona kötü davranan kadındı. Şimdi anlıyordum onun öfkesini, sinirini. Aslında dikkatli baksaydım onun annesi olduğunu anlardım. Her ne kadar yüzü kir içinde kalsa da gözleri, dudakları, teninin rengi Talha'ya benziyordu. Ömer amca kumral bir adamdı karşımdaki kadın esmerdi. Talha annesine benziyordu. Kadın hâlâ beklentiyle yüzüne bakıyordu. Evet, anne gel demesini umuyordu bakışlarındaki yakarışla. Gözlerini bana çevirip gülümsedi. "Gelinim sen misin?" Onu tanımadığım için hangi duyguları hissedeceğimi bilmiyordum. Elimi uzattığı ele uzatacağım zaman, Talha kolumdan tutup arkasına çekti beni.
"O senin gelinin değil. Bir daha sakın karşıma çıkma. Timsah gözyaşlarınla, özledim bahanelerinle gelme. Sen benim hiçbir şeyimsin."
Kolumdan çektiği gibi kaldırımda hızlı hızlı yürüdük. Onun büyük adımlarına yetişmek için koşuyordum neredeyse. Eminim içinden, arkamızda bıraktığımız kadınla kavga ediyordu. Yüzüne karşı söyleyemediklerini içinden söylüyordu. Arabanın yanına gelince kapıları açtı. Elinde tuttuğu elbise kutusunu arka koltuğa bırakıp, ön tarafa oturdu. Ben de yerime oturunca arabayı çalıştırıp, çarşının çıkışına doğru sürdü. Yüzükleri de almamıştık. Geçmişinden gelen kadın, sabahki neşesinden bir iz bırakmamıştı. Sessiz geçen yolculuğumuzun ardından beni evimin önüne getirdi. Arkaya uzanıp elbise ve ayakkabı çantalarını alıp kucağıma bıraktı. "Yarın görüşüz." Başımı sallayıp, "Görüşüz," dedim. Arabadan inip kapıyı kapadığımda, dalgın bir şekilde direksiyona bakıyordu. Az önceki öfkesi, siniri geçmiş, durgun bir hâl gelmişti üzerine. İç çekip eve doğru yürüdüm.
Demir kapıyı biri yine kapamıştı. Sinir oluyorum şu kapıyı tam kapatanlara, açamıyorum ya açamıyorum öküz gibi kapıyı dikmişler buraya neymiş hırsız girmemesi içinmiş, ev sahibi giremiyor hırsıza fırsat gelir mi?
"Güçsüz kız seni."
Arkamda hissettiğim ses başımı döndürdü. Sırtıma değen göğsü yüreğimi kanat takıp uçurdu. Omzumun üzerinden tek eliyle koca kapıyı itip benimle beraber içeri girdi. Arkamı dönüp gülümseyen yüzüne baktım. Sen hep gül komutanım. Onun gibi tebessüm edip, "Açamıyorum ki kapı çok ağır," dedim. Tek kaşını kaldırıp demir kapının kolundan tutarak açıp kapadı. "Hiçte ağır değil, sen zayıf olmayasın?" Kaşlarımı çatıp, "Hıh," yaparak merdivenin bir basamağını çıktım. "Ben kırk sekiz kiloyum, hiç de zayıf değilim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GİZ & ASKERİN YARİ (RAFLARDA)
Fiction HistoriqueBirbirine yabancı iki yara vardı. Sadece iki tane asla kabuk tutmayan kabuk tutsa dahi sürekli bir yerlere takılıp, her seferinde yeniden kanayan iki yara... Merhem yoktu, ilaç yoktu, bir tedavisi ya da doktoru yoktu! Birbirine panzehir iki yaraydı...