push me

4.5K 471 604
                                    




Hayat bazen beni diğerlerinden ayırmak, dışlamak ve sevmemek için elinden geleni yapıyordu.

Sevginin sıcaklığının, buz kesmiş teninimin üzerinde süzüldüğünü hissedemediğimde duygusuzluğun esir tuttuğu kirli bir kafeste kendimle baş başa kalırdım. Kafesin gürültülü yalnızlığını severdim, ancak sevmek nedir bilmedim için ondan korkardım.

Bu korku beni her yuttuğunda ve çıkmak için çabaladığımda demir parmaklıklar o kadar soğuktu ki tenimi yakıp kavururdu. O kadar sık örülüydü ki sıyrılmak istesem derimi kemiğimden ayırırdı.

Bu yüzden normal olmak için çabalardım. Sırf o kafes bana bir nebze olsun sıcak gelsin diye.

"Umarım kendini koruyabiliyorsundur yoksa Jisung senin yüzünü tanınmayacak hale getirecek."

Düşüncelerim kara bir bulut gibi dağıtan bu sese karşılık kafamı benimle alay eden yedi çocuğa çevirdim ve hepsine sırayla süzerek baktım. Sanki ruhumdaki derin boşluğun gözlerime yansıdığını hissediyorlarmış gibi hepsinin bir anda ürperdiğini fark ettim.

"Ne büyük zevk." Konuşurken özellikle sarışın çocuğa doğru eğildim. Şımarık tavırlarım onları sinirlendiriyordu. Bunu anlayabiliyordum.

Aykırı olan herkesi yabani bir ot gibi kesp atmak isterlerdi çünkü.

Üzerime siyah, bana belki de iki beden büyük gelen kazak; altıma da bol bir eşofman giydirmişlerdi. Büyük ihtimalle Han Jisung'un gelmesini bekliyorlardı.

İtiraf etmeliyim Tanrı'nın varlığına hiçbir zaman inanmamıştım. Fakat Han Jisung o kadar özenle yaratılmıştı ki bunun tesadüf olmadığına emindim. Koyu renk saçlarının hafifçe kapattığı masmavi gözleri o kadar derinlerdi ki dipsiz bir kuyu, kapılmak isteyeceğiniz bir girdap, ısınmak belki de yanmak isteyeceğiniz bir ateş ve annenizin sizi her zaman uyardığı bir belaydı.

Sarışın olan(aralarında tek renkli oydu) telefonunun çalması üzerine ayaklandı. Başıyla benim de kalkmamı istediğinde oturmaktan uyuşmuş bedenimi güçlükle kaldırdım. Bileğimdeki zincirlerin ağırlığını umursamadan silkelendim.

İçeriden bir alkış tufanı koptu ve bunu atılan çığlıklar izledi.

"Siz çete üyeleri diye ergenleri mi topluyorsunuz?" Eğlendiğimi belli edercesine sırıttığımda herkes derin bir nefes alıp gözlerini devirdi. Sarışın ise koluma girerek beni odadan çıkarttı. Merdivenleri çıkarken yapılan tezahürat sesleri artmaya başladı. Kalbim sanki kulaklarımda atıyor gibiydi ve midem hem açlığın hem de heyecanın etkisiyle ağzıma geliyordu.

Gürültünün kaynağına geldiğimizde önce göz yuvalarımı rahatsız eden yoğun ışıkla gözlerimi kırpıştırdım ve alışmayı bekledim. Bir şehir büyüklüğündeki salonda gözlerim direkt kafesin içindeki adamı seçti. Doğru tahmin, Han Jisung.

"Calabria beni bulduğunda götünüzü sikecek." Bileğimdeki zincirleri çözen çocuğa bakmadan konuşuyordum. Korku ne zaman boğazıma yapışsa, kuruyan dilimden yuvarlanan aşağılayıcı ve alaycı sözler olurdu.

"Ah, ve sarı kafa," dediğimde çocuk yüzünü buruşturup bana baktı. Devam ettim. "Calabria grup yapmaya bayılır, yine iyisin Jisung'dan ayrılmıyorsun."

Bileğimdeki zincirlerden kurtulduğumda arkamdaki ya da etrafımdaki hiçbir şeye bakmadan kafese doğru yürümeye başladım. Yine de arkamda sinirle tepinen bir civciv bıraktığıma emindim.

Salonun ortasına doğru yürüdüğüm kalabalık tarafından fark edildiğinde salondaki sesler kesildi ve herkes beni izlemeye başladı.

Jisung ise ben kafesin içine girene kadar göz temasımızı bozmamaya özen gösteriyordu. Bu ürpermemi aynı zamanda da kulağa aptalca gelen onunla dövüşme arzumu körüklüyordu.

voices Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin