*Medya- Zankyou No Terror Walt
Ses gümbür gümbür koridora taşıyordu.Bu hüzün kokan şarkıyı başka bir zamanda tanısaydı, belki severdi. Ama sevemedi hiç. Gözlerine yaşlar hücum etti. Bacaklarındaki kuvvet olimpos dağlarındaki Zeus'un yıkılışı gibi zemine vurdu. İçerideki müziğin anlamını, neden çaldığını odadan buram buram gelen hüznün kokusunu çok iyi biliyordu.
"Woo"
dedi. Sesini kendinin bile zar zor duyduğuna eminken,fısıltısı acısını müzikle kapamaya çalışan adamın yaralarını sarsın ellerini çiçeklendirsin istedi. Kafasını bir iki kere vurdu kapıya.
Sinirleniyordu, fakat bu sinir tamamen kendineydi. Ortak olduğu suçların bedelini masum bir insana ödetmesine, ellerine bulaşmış insanların kanını temizlemesi gerekirken sevdiği adamı da bu cinayetlere ortak etmesineydi.
"Silah gibi bir günahı tutan yaralı ellerini öpebilsem"
Boşunaydı yalvarışları. Silahtan daha büyük bir günah taşıyordu sevdiği adam. Kendisinin yanakları al al gezerken yüzü sararan, kendisinin içi aldığı sevgiyle dolarken ruhu çekilen, kendisi yeni açan bir tomurcuk gibi filizlenirken sonbaharın sert rüzgarında vakti geldiğini bilir gibi dalından kopup savrulan sararmış bir yaprağı andıran bir adam vardı, sevgisi kendinden büyük olan.
Çekti kafasını kapıdan San.
Mezardaki annesi kalksa gelse gözyaşlarına inanmayacağı oğlu,deli gibi ağlıyordu şimdi. Islatıyordu gözyaşları günahkâr bedenini. Gözyaşı bile arındıramazdı onu günahlarından.Sırtını kapıya döndü.
Elindeki çakıyı çıkardı.
Nefeslendi.İçeriden gelen acı melodi Wooyoung'un ağlamaktan şişmiş gözlerini, kıvranışlarını getirdi aklına. Canı yanıyor, ruhu kavruluyordu. İçerideki manzarayı görmese dahi tahmin edebiliyordu.
Wooyoung kesik nefesleri arasında kandan kırmızıya boyanmış elleriyle göğsünü yumrukladı. Akciğerleri sökülüyor, kafası mankurt edilen bir kölenin kafa derisi gibi geriliyor, her zerresi uyuşuyor ve acı sinir kavşağında yeniden zühur etmişcesine yakıp aleve çeviriyordu kılcallarını.
Acısı hiç dinmeyecekti sanki.
Bir günahın bedelini yaşıyor gibi her an onunla olacak,mezara dek gelecekti.Kesik ellerini yorganına sildi.
Ağlamaktan ve çığlık atmaktan nefesi kesilmiş,bitkin düşmüştü. Kafasındaki yapay saç tellerine dokundu ve gülümsedi. San'ın teker teker ektiği saçları yavaşça karıştırdı kırmızıya boyanmasını önemsemeden.Sona yaklaştığını biliyordu.
Yavaşça yatağından doğruldu ve kanlanmış yorganıyla birlikte eline bastırdığı çakının da yere düşmesini önemsemeyerek bilgisayarının başına oturuverdi.Bu kendine son mesajıydı.
Elleri klavyeyi buldu kendine dahi itiraf etmekten çekindiği o sırrını işledi boş ekrana."Choi San'ı sevdin, unutma! Tüm anıların silinse de yanlızca bunu hatırla. Sahte olan bu dünyada gerçek olan tek insanı sevdin. Günahlarına ortak olacak kadar"
Cebindeki çakıyı çıkarıp eline bastırdı San. Kaç kere bunu yaptığın sayamamıştı. Tek bildiği acıyı dindirmek için uğraşan bir adamın acizliğini her seferinde yaşayarak öğrenmesi ve bunun ağırlığının altında ezilmesiydi.
"Bir kere bile mi öpemeyeceğim"
dedi San. Fısıltısı tüm sesleri delip geçmiş gibi içeri ulaşmıştı sanki.
"Bir kere bile"
dedi bilgisayarın başındaki Wooyoung.
Sevdiği adamın o kapının arkasında yine ağladığına o kadar emindi ki...niye bu kadar duygusal oldu ben de anlamadım ama bu part finale çok yakın bir part,sonra diğer bölümlere başladığımda biz ne okuduk öyle tanıtımda demeyin :)
Kurgunun adının anlamı "portekizcede üzüntünün yüze vurması" demek. bizimkinde ellere vurmuş işte <3
sevin magoa'yı ❤