İndiana Jones serisinin üçüncüsü ve sonuncusu olan (ki dördüncüsü de proje aşamasındadır) “Last Crusade”te (“Son Haçlı Seferi”nde), arkaeoloji doktoru İndiana Jones, bu kez “kutsal kase”nin peşine düşer. Walter Donovan adlı birisi, İndiana Jones'a, Ankara yakınlarında bulunan bir yarım tableti gösterir. Tablette İsa'nın “kan”ının bulunduğu “kase”nin, yerin “hilal” şeklinde bir yerde olduğunu belirtilmektedir. İndiana Jones, önce pek ilgilenmez görünür; ancak Donovan'dan babasının “kutsal kase”yi ararken kaybolduğunu öğrenmesi üzerine, onun son görüldüğü Venedik'teki San Barnaba Kilisesi'ne gider. Yanında, babasıyla birlikte çalışan Dr. Elsa Schneider adlı bir kadın ile Amerika'da müzesine bir çok kıymetli eser kazandırdığı Marcus Brody de vardır. Ayrıca, “son haçlı” seferinde yer alan bir şövalyenin, “kase”nin nerede bulunduğunun da yazıldığı mezarını keşfeder. Ama aynı zamanda “kase”yi ne pahasına olursa olsun korumakla görevli “kült” bir dini grupla da karşılaşır. Grubun lideri (adı, Kazım'dır ve nedense bütün grup fes giymiştir; ayrıca 'ülkücü' bıyıklıdırlar), ona, babasının Avusturya-Almanya sınırına yakın bir yerde bulunan bir şatoda olduğunu söyler. Nihayette babasını bulur; ancak babasının kaçırılmasının, kendisini “kutsal kase”yi bulmak üzere işin içine çekmek için düzenlenmiş bir hile olduğu ortaya çıkar. Walter Donovan ile Schneider de bu hileyi planlayanlardandır. İşin arkasında ise Naziler vardır. İndiana Jones ile babası, Nazilerin elinden kaçar.
Ancak içindeki kanı içene ebedi hayatı sunacağı söylenen “kase” arayışı bu kaçışla bitmez. Naziler, her halükarda arayışlarına devam etmektedirler. İndiana ile babası da artık işin peşini bırakmayarak “kase”yi aramaya karar verirler. Bir de aynı maceraya atılan “kült” dini grup da Türkiye sınırlarında “kase” arayışına girişince, bu üç grup arasında bir mücadele başlar.
Söylentiye göre, “kase”, Hatay yakınlarında Kutsal Tapınak da denilen ve “hilal” şeklindeki bir derin vadide saklanmaktadır. İndiana Jones bu sırada Naziler ve Nazi işbirlikçisi Donovan tarafından yakalanır. Donovan, babasını, “kase”yi bulup onu iyileştirsin diye, vurur. Babasının hayatını kurtarmak için işe daha bir sıkı sarılan İndiana Jones, nihayette “kase”nin bulunduğu gizli odayı keşfeder. Burada, yüzyıllardır hayatta olan bir şövalyeyle karşılaşır. Ancak ortada bir çok sahte “kase” de vardır. Nazi işbirlikçisi Donovan bu “sahte” kaselerden birisinden içer, ama ölür. Bir çok “kase” arasından en gösterişsizi olanı seçerek doğru “kase”yi bulan İndiana, şövalye tarafından girişte bulunan “Büyük Mührü” geçmemesi için uyarılır. “Kase”nin gücüyle babasını iyileştirir. Bu sırada, “kase”yi kapıp kaçan Schneider, “Büyük Mührü” geçer ve Kutsal Tapınak yıkılmaya başlar. Schneider “kaseyi kurtarayım” derken açılan bir çukurun içine düşüp gözden kaybolar. İndiana “kase”yi kurtaracak gibi olunca, babası “bırak onu” der. Böylece “kase” yeniden kayıplara karışır. Yıkılan Kutsal Tapınak'tan son anda kurtulan kahramanlarımız, “kase”yi bulmuşlar, ama yeninden kaybetmişlerdir.
Özellikle birinci bölümü olan “Temple of Doom”la tam bir “Batı'nın sömürge dönemi sonrası bilinçaltı”nı sergileyen İndiana Jones serisi, aslında her üç bölümde de, Batı dışına bakıştaki çarpıklıklar ve Batı'nın başka kültürlere dair fantazilerini yansıtması açısından ilginçtir. Ama daha ilginci, tam bir “sömürge sonrası” Batı ile karşı karşıya olunması ve Batı'nın kendi içindeki çatlaklarının da sergileniyor oluşudur. Serinin ikincisi olan “The Raider of the Lost Ark” ile üçüncüsü olan “Last Crusade”, konusunu Kitab-ı Mukaddes'ten alır. İlk bölüm “Temple of Doom”la saçma sapan bir Hindistan tasviriyle belki de Holywood tarihinin en “yüz karası” filmlerinden birisine imza atan yönetmen Steven Spielberg, daha sonraki bölümlerde İndiana Jones'u, “Ahit Sandığı” ile “Kutsal Kase”nin peşine düşürmüş ve böylece de birincisiyle Yahudiliğe, ikincisiyle de Hristiyanlığa ait iki söylenceyi temel motif kılmıştır. Ama her üç bölümde de en dikkat çekici yan, hırslı Batılı ile egzotik Doğulu'nun kimi zaman tuhaf, kimi zamansa komik, ama hep 'oryantalistçe' bakış içeren karşılaşmalarına sahne olmasıdır. Serinin yapım aşamasında olan dördüncüsünün ise, “Atlantis”i konu alacağı; İndiana Jones'un bu kez Nazilerle değil Sovyet Rusyası'yla mücadele edeceği; ayrıca “Adem ile Havva” ve “Cennet”in de temel motif olarak kullanılacağı söylentisi yaygın. Yine de şimdiden bir tahminde bulunarak 2007'de gösterime girmesi beklenen bu bölümde de “11 Eylül sonrası dünya”ya yine “oryantalistçe” bir bakışın kendisine yer bulacağını söylemek, hiç de abartı olmayacaktır.Leonardo ile “Kutsal Kase” arasındaki ilişkiye, son zamanlardan “kutsal kase”yi temel alan “popüler” bir örnekle başlamamızın nedeni, İndiana Jones filmlerinin “kolonyalizm sonrası” Batı bilinçaltına dair ne tür motifler içerdiğine de; serinin sonuncusunun “kutsal kase” motifini ele alması da değil. Daha önceki üç bölüm ile yapım aşamasında olan dördüncü bölümün senaryosunun, “Yıldız Savaşları” (“Star Wars”) filmlerinin yönetmeni olan George Lucas olması ve “Yıldız Savaşları”nın, postmodern yazarlarca (mesela Zizek'ce) pek bir dillere peselenk edilmesi de değil. Sadece, yalnızca son dönemlerde değil tarih boyunca da bir çok söylenceye konu olmuş; hatta (Wagner tarafından) operası bestelenmiş; şövalye edebiyatının (mesela Kral Arthur ve Yuvarlak Masa Şövalyeleri) en has konusunu teşkil eden bir konuya neden Leonardo'nun yabancı kaldığını sormak. Hem de, son dönemlerde “kase” ile alakalı bir çok meselede onun “şifre”siyle yol bulmaya çalışılırken.“Son Akşam Yemeği” tablosu üzerinde dururken, Leonardo'nun İncillerde yer aldığı şekliyle İsa'nın “işte kanım” dediği şarabın bulunması gereken bir kadeh ya da kaseye bu tabloda yer vermediğini söylemiştik. Bu eksiklik, “kase”nin özellikle Hristiyan ayinleri için önemli bir yere sahip “şarap” gibi bie simgeyi işaret etmesi açısından, hayli önemli bir eksiklikti. Öyleyse, bu eksikliği neye bağlamalı? Hem de “kase”nin, tarih boyunca bunca söylenceye konu olmuş bir mesele olduğu gözönüne alındığında?Tarihe baktığımızda, “kase” söylencelerinin ilk versiyonunun, Chretien de Troyes tarafından yazılan “Perceval, le Conte del Draal” (Perceval, Kasenin Hikayesi”) olduğunu görüyoruz. Ancak de Troyes, aslında manzum bir eser olan “Perceval”i, koruyucusu Flandersli Kont Philip tarafından kendisine verilen bir kaynaktan derlediğini iddia eder. Onikinci yüzyıla ait olan bu tamamlanmamış olan manzum eser, bir nevi şövalye destanıdır. Belki de yazılı olan bu eserden önce, bir çok değişik biçimiyle sözel olarak anlatılagelmiştir.İşin ilginç yanı, daha sonraları gittikçe yaygınlaşacak olan ve ünlü Alman besteci Wagner'in operasını besteleyeceği bu “Perceval” ya da daha yaygın bir kullanımıyla “Parsifal”de, adı Harun olan bir müslümanın da orjinal sözel versiyonlarda yer alırken, daha sonraları destanın bu kısmının unutulmaya terkedilmiş olmasıdır. Parsifal, bir arayışın destanıdır aslında ve burada sözkonusu edilen “kase”nin “kutsallık”la hiç bir alakası yoktur. Babası ve diğer kardeşleri birer şövalye olan ve çeşitli savaşlarda ölen Parsifal, onun da şövalye olacağından endişe eden annesi tarafından ıssız bir yerde yetiştir. Ancak bir gün avlanırken beş tane şövalyeyle karşılaşır ve tavırları ile giysilerine hayran olur. Onlara katılmak ister. Annesi engel olmaya çalışsa da, boşunadır. Sonunda şövalye olur ve bu sırada kendisinin de bilmediği adı konur: o, Parsifal'dir. Dolayısıyla bu destan aslında bir “arayış” destanıdır.Destanın “kase” ile ilgili kısmı ise, de Troyes'in versiyonunda, Parsifal'in, Balıkçı Kral'ın sarayında bir akşam yemeğinde konuk olarak bulunması sırasındadır. Bu yemek sırasında, önce bir delikanlı, elinde ucu kanayan bir mızrak taşıyarak önlerinden geçer; daha sonra iki delikanlı, altın şamdanlar taşıyarak geçiş yaparlar. Son olarak da, genç bir kız incelikle işlenmiş bir “kase” taşıyarak geçer. Bu versiyonda, “kase”den özel bir anlamı olan bir nesneymiş gibi değil, genel bir nesneymiş söz edildiğini görürüz. Daha sonra aynı temayı ele alan Robert de Boron'la birlikte “kase” ilk kez “kutsal kase” haline gelir ve İsa'yla “kase” arasında ilk ilişki de kurulur. Parsifal destanını onüçüncü yüzyılda yeniden yazan Robert de Boron, destanı, İsa'nın “Son Akşam Yemeği”yle birleştirir. Aramatyalı Joseph (ya da Yusuf), “son akşam yemeği”ndeki kaseyi alır ve İsa'nın çarmıhtayken dökülen kanını “kase” içinde toplar. Daha evvelden incillerde sözü edilmeyen, sadece İsa çarmıhtayken ortaya çıkan bu gizemli kişilik, böylece Hristiyan “kase” söylencelerinin baş kişisi olur. İsa'nın cesedi mezarında bulunmadığından, çarmıhta onun yanında görüldüğü için cesedi çaldı diye hapse atılır. Burada İsa onu ziyarete gelir ve “kase”nin sırrını ona açıklar. Hapisten çıkar çıkmaz kayın akrabalarını ve diğer takipçilerini toplayan Joseph, Batı'ya, hatta İngiltere'ye kadar gider ve burada bir “kase”ye sahip olanlar hanedanlığı kurar. Parsifal de bu hanedanlığın bir üyesi olarak karşımıza çıkar. Parsifal destanı, asıl popülerliğini ise, Alman Wolfram von Eschenbach'ın Parsifal'ine (ya da almanca versiyonuyla “Parzival”ine) borçludur. Chretien'in destanı ile Robert de Boron'unkini birleştiren von Eschenbach, Batı'daki “kase” edebiyatına asıl damgasını vuran kişi olur. Ancak Kral Arthur ve Yuvarlak Masa Şövalyeleri gibi versiyonlarla, “kase” başka bir kanaldan da gelişme kaydeder.Bir “arayış” destanı olarak başlayan, ama ardından İsa'nın “son akşam yemeği”yle alakalı bir hale bürünen “kase” destanlarından başka, Orta Çağlar'da, dört tane “kutsal kase” olduğu iddia edilen nesne de popülerlik kazanır. Bunlardan birincisi, iki kulpu olan gümüşten bir kasedir ve Kudüs yakınlarındaki bir şapelde bulunur. Bu kase, ilk kez yedinci yüzyılda Kudüs'ü ziyaret eden Anglo-Sakson bir hacının seyahatnamesinde zikredilir. Ancak bu kasenin Kutsal topraklar dışına çıktığına dair bir rivayet yoktur.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İlluminati 2: Tarih ve Siyaset
Non-FictionSiyaset, tarihin yazılmasında büyük rol oynar. Bu yüzden tarih ile siyaseti aynı kefende tutmak yanlış değildir. Bende buna dayanarak, tarihde bilinen bazı siyasi olayları sizinle paylaşacağım.