Güneş Dil Teorisi

268 1 0
                                    

Dilde özleşme başlıyor

1 Kasım 1928’de TBMM’de kabul edilen bir kanunla Arap alfabesinin yerine Latin harfli alfabeye geçildikten sonra iş dil planlamasına gelmişti. Çünkü yeni alfabe ile birlikte Arapça, Farsça sözcüklerin ve gramerlerinin dayanağı ortadan kalkmıştı. 17 Şubat 1929’da toplanan Dil Heyeti derhal yeni alfabeye uyumlu yeni Türkçe sözcükler bulma işine girişti. Toplantıda yaptığı konuşmada Arapça ve Farsça sözcüklere yer vermeyen bunun yerine yeni Türkçe sözcükler kullanmaya çalışan İsmet İnönü konuşmasının sonunda “dilimizi engin bir düze genişletecek ve medeni bütün anlatışlara tam denk gelecek bir söz kitabı oluşturulmasının gerekliliğini” vurgulamıştı.  

Dil Heyeti yetmez

Ancak böyle zorlu bir iş için Dil Heyeti türü bir kurum yetersiz bulunmuş olmalı ki Mustafa Kemal, 11 Temmuz 1932’de Çankaya’da Afet İnan, Akçuraoğlu Yusuf, Samih Rıfat, Sadri Maksudi (Aral), Hamid Zübeyr (Koşay), Hüseyin Namık (Orkun) ve Ruşen Eşref’in (Ünaydın) davet edildiği bir toplantıda “dil işleriyle ilgili bir cemiyet”in kurulmasını tartışmaya açtı. Toplantı sonunda Türk Dili Tetkik Cemiyeti (TDTC) adıyla bir derneğin kurulmasına oybirliği ile karar verilmiş, hatta teşkilat şeması ve nizamnamesi de genel hatlarıyla Mustafa Kemal tarafından belirlenmişti.

Adından da anlaşıldığı gibi kurum bir cemiyet olarak örgütlenmişti. Hâlbuki dönemin aydınlarının isteği, bir dil akademisinin kurulmasıydı. Ancak, ‘akademi’ demek sırf dil uzmanlarından oluşan bir bilim kurulu demekti ve bu itibarla dil çalışmaları özel bir uzmanlık alanı addedilerek geniş halk kitlelerinin katılımına olanak vermeyecekti. Hâlbuki Mustafa Kemal’in kafasındaki proje, dil tartışmaları yoluyla Türkiye’de yaşayan çeşitli grupları uluslaşma projesine dâhil etmekti. Bu da daha esnek bir yapılanmayı zorunlu kılıyordu.

I. Türk Dil Kurultayı

4 Eylül 1932’de Türk Dili Tetkik Cemiyeti başkanlığı tarafından gazete ve radyolarda yayınlanan bir beyanname ile eylül ayının son günlerinde bir dil kurultayı toplanacağı kamuoyuna duyuruldu. İstanbul’da Dolmabahçe Sarayı’nda toplanacak kurultaya kadın-erkek tüm yurttaşlar üye sıfatıyla davet edilmişti. Paris’te yaşayan Yahya Kemal (Beyatlı) Paris’ten, Sofya’da yaşayan Agop Marta(r)yan özel olarak davet edilmişti. (1934’te Atatürk tarafından Dilaçar soyadını verilen Marta(r)yan, TDK’da yıllarca (1936-1978) görev yaptı.) Ayrıca Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olmayan yabancı dilbilimciler de kurultaya üye olarak katılabileceklerdi.

26 Eylül 1932 günü Dolmabahçe Sarayı’nda toplanan 1. Türk Dil Kurultayı’na damgasını vuran Arapça ve Farsça sözcüklerin Türkçeden tasfiyesine karşı çıkan bir tebliğ sunan Hüseyin Cahit (Yalçın) oldu. Aslında Hüseyin Cahit dilde değişmeye, sadeleşmeye değil dile devlet müdahalesine karşıydı. Sözkonusu tebliğin kurultaya sunulması önce bir tereddüt yaratmış, sonra izin verilmişti. Ancak konuşma büyük yankı uyandırınca Mustafa Kemal duruma el koydu ve bu tür ihtimallere karşı kurultay binasındaki bir odada yatan TDKC Başkanı Samih Rıfat Bey’i hasta yatağından kaldırarak kürsüye çıkartı. Hüseyin Cahit’in tezlerini çürütmek için kürsüye çıkanların arasında Hasan Ali Yücel, Ali Canip, Fazıl Ahmed ve Köprülüzade M. Fuad gibi ünlü isimler de vardı.  

Türk dillerinin akrabaları

Kurultayda dilbilimcilere Türkçenin Sümer, Eti gibi en eski Türk dilleriyle gerek Hint-Avrupa, Sami denen dillerle mukayesesinin yapılması görevi verilmişti. Bu bağlamda bazı delegeler bazı kelimelerin Türkçe kökenli olduğunu ispatlamaya giriştiler. Örneğin Latincedeki “Dieu” (Diyö-Tanrı) kelimesi, Yunancadaki “Teos” (Tanrı) kelimesi ile Arapça ve İbranicede “Melek” ve “Cennet” kelimelerinin ve Arapçadaki “Allah” kelimelerinin Türkçe kökenli olduğu şöyle açıklanıyordu: “Eski Türkler fevkalbeşer bir kuvvete sahip olan maneviyete (tiv) ve (dev) derlerdi; bunun için Türkçede Tanrının diğer bir adı da (Tiyu) dur. Latinler bu kelimeleri Diyö şekline sokarak aynı manada kullandılar. Yunanlılar da aynı kelimeleri (Teo) ve (Teos) olarak Allah’a ad verdiler. Keza Türkler kahraman ve kahhar (yok edici) gençlere (devoğlu) derlerdi. Bu devoğulları çok defa Arap kavmini çiğnemiş onlar için korku ve dehşet sembolü olmuştur. Latinler bunlara da diyavol yani diyabl demiştir. Yunanlılar da diyavolos olarak telaffuz etmişlerdir.”  

İlluminati 2: Tarih ve SiyasetHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin