Çekingen gözlerimle Kuanlin'i izliyordum. Burnum akmaya devam ediyor ve başımdaki sızı kendini unutturmuyordu. Kuanlin'in verdiği pastiller sayesinde boğazlarım biraz olsun durulmuştu. Genel olarak iyi hissediyordum. Ben iyi olmasına iyiydim ancak Kuanlin değildi.
Direksiyonu çevirmek için bile ekstra güç kullanıyordu. Kollarındaki damarlardan bile anlayabilirdim bunu. Oldukça yorgundu, yüzü giderek beyazlıyordu. Uykusuzluk, insan bedeninin en büyük düşmanıydı. Kuanlin sigarasını bile içememişti. Birde kendini bana bakmaya zorluyordu. Vicdan azabı içimde büyüdü. Kış ayında ince giyinirsem böyle oluyordu. Kuanlin o kadar dikkat etmesine rağmen beni koruyamadığını düşünüyordu.
Aile hekimi olarak en çok grip vakalarıyla uğraşıyordu ancak grip olan ben olunca sanki kanser olmuşum gibi davranıyordu. Kafamı yola çevirecektim ki bir anda alnıma ulaşan soğuk el yerimde donmama sebep oldu. Kuanlin'in büyük elleri görüş açımı birazını da kapatarak kafamın üzerindeki yerini almıştı.
Elini usulca geri çekerken rahat bir nefes verdiğini işittim. Refleksle kendi ellerimde alnımı buldu. Ideal bir sıcaklıktaydı. Dün biraz rüzgar yemiş sabahta o yüzden hastalanmış olmalıydım. Bir şeyim yoktu. Yalnızca annem ve Kuanlin fazla pimpirik sahibi insanlardı.
Tanıdık sokak bizi karşılamıştı. Kuanlin birkaç çevik hareket ile arabayı park etti. Cidden çok az bir süredir şöfordu. Yaklaşık on yıl kadar, buna rağmen oldukça güzel kullanıyordu arabayı. Yolları yağ gibi akıtmak tabiri vardır, annem çok kullanır hatta. Huh, o tabir Kuanlin içim var gibi.
"Şükürler olsun iyisin."
Anahtarı kontaktan çıkardıktan sonra bana döndü. Ufak, yorgun ve uykulu bir gülümseme vardı suratında. Yüzünde gezinen uykusuzluk suçlu hissetmemi sağlıyordu. Usulca nefes verdim. Kuanlin ile yaşıyordum, her halini biliyordum. Onu ezbere okuyabilirdim. Her mimiğini anlıyor ve tek bir hareketinden bile tüm hissettiklerini çözebiliyordum.
Yine de onun karşısında çok utangaçtım. İçimden ona uzanıp o güzel gamzesine parmak batırmak geçiyordu. Yada kafasından bastırıp omzuma yatırmak. Bilmiyorum belki de dizlerime. Saçlarını kurcalayıp, okşamak. Dinlendirmek onu. Sesim güzel olmasa bile birkaç bir şey mırıldanmak. Gerçi Kuanlin her fırsatta şarkı söyletirdi bana.
"İyiyim, ama sen değilsin. Eve bir çıkalım da uzan biraz."
Diyebildim. İçimden geçenin onda biri bile değildi. Derin bir nefes bıraktım. Daima duygularını içinde yaşayan biri olmuştum. Kuanlin'e çok minnettardım ve onu çok seviyordum. Bazen kalbim çok hızlanıyordu, sonra kendime onun benim ağabeyim yaşında olduğunu ve beni kardeşi gibi gördüğünü hatırlatıyordum. Duygularım karmaşık denklemler gibiydi. En az yağlı boya paletleri kadar karmaşıktım.
Kuanlin'in beni sahiplenmesi, kıskanması ya da beni her şeyden önde tutması acayip hoşuma gidiyordu. Oldukça feminen ve özgürlükçü olduğumu biliyordu. Beni kısıtlamak istemediği için çoğu zaman kendini sıksa bile tek bir bakışından beni kıskandığını anlayabiliyordum. Bu beni mutlu ediyordu. Belki de ego yüzündendi, beğenilmek herkesin hoşuna giderdi.
"Haklısın, sana ilaç vereyim birde mentollu krem sürelim boğazına. Gece de terlersin, yarına mikrobu kırar bir de ağrı kesici içtin mi tamamen iyileşirsin."
Beraber arabadan indik. Kuanlin ağır paltosunu omuzlarıma koymuştu. Üzerimde mont olmasına rağmen üşümüştüm ve bunu benden önce anlamıştı. Beni cidden o kadar iyi tanıyordu ki buna hayran kalmamak elde değildi.
Merdivenleri ağır adımlarla çıktık. Kuanlin'in usulca sarsıldığını fark edebiliyor ve dişleri sıksa bile pembe dudaklarından firar küçük acıyla bezeli nidaları duyabiliyordum. Heryeri tutulmuş olmalıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ne Giyerse Giderdi Hoşuma|| PanWink
FanfictionVe ben, senin için tüm bedelleri ödemeye hazırdım Küçük Prens. - Feminen Jihoon, Karizmatik Doktor Kuanlin.