+O kıskanıyorsa bende kıskanabilirim+

465 63 251
                                    

Odunları adeta fırlatır gibi yere bırakıp ellerimi birbirine çarptırdım. Heryerim toz içindeydi. Üstelik kuru ağaç tuttuğunuzda ellerinizde kalan o garip hissi yaşıyordum ve bu beni fazlaca rahatsız ediyordu. Sağ elimin tersiyle alnımı silip soluklandım. Tahminimden fazla yorulmuştum. Odun toplama görevi Alex ve bana düşmüştü. Alex okulumuzdaki nadir oğlanlardan biriydi, genellikle kadınların tercihi olmuştu moda bu yüzden kampüs kız öğrencilerle doluydu.

Alex ise Amerika'dan Kore'ye sırf moda tasarımcılığı okumak için gelmişti. Sebebini sorduğumuzda, Korelileri tam bir moda ikonu olarak gördüğünü ve bizim salaş sokak tarzımıza olan hayranlığını anlatmıştı. Genel olarak Asya'nın kendine özgü sade ama havalı tarzına bayılıyormuş. Kendisini severdim, kibar ve arkadaş canlısı biriydi. Eh, biz arkadaş olmasak bile gördüğümüz yerde selam verecek kadar yakındık. Ne dostluk ama.

"Ellerin iyi değil mi? Kıymık falan batmadı?"

Alex bozuk aksanı ile konuştuğunda kafamı iki yana salladım. Pekala naif bir yapım var, hassas bir tenim var ama abartıldığım ya da göründüğüm kadar narin değilim. İnsanlar yalnızca dış görünüşe bakarak beni nasıl görüyorlar anlayabiliyordum.

Yorgun ve kavga etmek için oldukça üşengeç olduğum için konuşma gereği bile duymadan ilerlemeye başladım. Otobüste bahsettiklerine göre burada- şükürler olsun ki- el yıkamak ya da ihtiyaçları gidermek için bir çeşme vardı. Çok uzakta olamazdı sonuçta. İlerlerken etrafıma bakınmayı ihmal etmedim. Gözlerim keskindi, bulmam yalnızca birkaç saniyemi aldı.

Birkaç adım sonra nihayet netleşen görüntü ile gülümsedim. Gerçektende bir çeşme vardı. Resmen bir çeşme bulduğum için ağlayabilirdim. Odunlar yüzünden ellerim o kadar kaşınıyordu ki suya hasrettim. Adımlarımı hızlandırdım. Eh pek büyük bir çeşme değildi ama yeterdi. Etrafında kimsenin olmaması bugün başıma gelen en güzel şeydi. Gülümsemem büyüdü.

Sonunda çeşmeye ulaşmıştım. Hemen altın renkli vanayı çevirdim ve soğuk suyun ellerim üzerindeki güzel etkisi ile gülümsedim. Kavrulan tenim buz gibi su ile o kadar ferahlamıştı ki bu hisle de ağlayabilirdim. Dağılmayacağını bildiğim ve dağılamayacak kadar hafif bir makyajım olduğu için ellerimi rahatça yüzüme çıkardım. Soğuk suyun üzerimdeki etkisine aşık olmuştum.

"Jihoon, selam."

Avucumun içine doldurduğum suyu saçlarıma temas ettirmemeye özen gösterek yüzüme vurmuştum ki hemen yanımdan bir ses duyuldu. Gözlerimi sımsıkı kapatmış olsam bile bu sesi tanıyordum. Hafif burundan bir kız sesi. Bir elimle yüzümdeki suyu duruladım. Gözlerim açılırken kaşlarım çatıldı. Elbette, bir dakika rahat kalamayayım. Bir dakika da olsa kendime vakit ayıramayayım hemen üşüşün başıma hemen.

"Sanada selam, Chaeyong."

Ellerimi boynumda gezdirip tenimi ıslatırken söyledim. Ona bakmıyordum, yukarı kalkmış çenem yüzünden sesim istediğimden daha da ilgisiz çıkmıştı. Bu yüzden kendime minnettardım.

Park Chaeyong, okula geldiğim andan beri bana küçümseyici bakışlar atan o kız. Her fırsatta bana laf sokan ve beni küçük düşürmeye çalışan o kız. Sırf saçlarımın uçlarını pembe yaptırdım diye ertesi gidip tüm kafasını pembeye boyatan kız.

Onu tanıdığım ilk günden beri benimle deli gibi uğraşıyordu. Yanlış anlaşılmasın, tek gayesi bana olan nefretiydi. Kız resmen feminen oluşumu çekemiyordu. Israrla eteklerin ve modanın kadınlar için olduğunu savunuyor ve her fırsatta cinsiyetime laf atıyordu. Varlığından bile tiksiniyordum. Çok ciddiyim.

"Nasılsın?"

Bir dakika, ne? Hızla ona döndüm. Gözlerim istemsizce kocaman açılmıştı. Chaeyong, bana soruyordu. Bana nasıl olduğumu soruyordu. Chaeyong.

Ne Giyerse Giderdi Hoşuma|| PanWinkHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin