+Sen bu yükle nasıl düşmedin bunca zaman?+

382 48 75
                                    

Ne kadar süre öyle kaldık hatırlamıyordum. Hayatın bazı anlarında zaman önemini yitirirdi. Kuanlin ve bende aynı şekildeydik. Bizim evrenimiz olan çatı katımızda, bir zaman boşluğunda mahsur kalmıştık. Evrenimizin en küçük parçalarından biri olan ufak mutfağımız en büyük şahidimizdi. O an ikimizde birbirimizi şahit gösteremeyecek kadar bilinçsizdik çünkü.

"Özür dilerim."

Kuanlin atmosferin basıncından kendini kurtarabilen ilk kişi almuştu. Derin sesiyle fısıldadığında beraberinde bende yavaş yavaş dönmüştüm benliğime. Kolunu belime daha sıkı sardıktan sonra başını usulca eğip omzuma yasladı alnını. Ne zamandan beri tuttuğumu bilmediğim nefesimi kesikçe verdim. Kuanlin çok yorgun görünüyordu o an. Bu hareketini bir tek yorgunken yapardı zaten.

Alnını omzuma yaslardı. Boy farkımız yüzünden genellikle otururken ya da uzanırken yapabilirdi bunu. Demişti ki, çok yoruluyorum. O kadar çok yoruluyorum ki bana değer veren birinin desteğine ihtiyaç duyuyorum.

Bir eli hala bileğimdeydi. İlk tuttuğu gibi sıktı tutmuyordu. Naifçe kavramıştı ve varla yok arası hissediyordum tutuşunu. Boştaki elimi usulca gür saçlarına çıkardım. Siyahın en koyu tonundaki saçları çok gür, sert ve güçlü görünse bile yumuşacıktı. Küçük parmaklarımın arasında dans ediyordu siyah tutamlar. Usul usul okşadım saçlarını. O da bileğimi bırakıp belimdeki kolunun yanına attı kolunu. Şimdi bana sarılıyordu tamamen.

"Özür dilerim, Jihoon. Yemin ederim buraya geleceğinden haberim yoktu. Bilseydim asla izin vermezdim."

Biliyordum. Asla izin vermeyeceğini, bilseydi buna sessiz kalmayacağını biliyordum. Kuanlin'in babasını sevmediğini anlamak için çokta zeki olmaya gerek yoktu. Onu anlayabiliyordum. Sert görüntüsünün altında nasıl ince bir adamın yattığını en iyi ben biliyordum. Onun ne denli güzel bir ruha sahip olduğunu, insanların baksalar bile göremeyecek olduğu o kocaman kalbi. Bunların hepsini biliyordum.

Çünkü Kuanlin öğrenmeme izin vermişti. İçindeki gerçek Kuanlin'i tanımama müsade etmişti. Bana bizzat nasıl biri olduğunu göstermişti. Benimleyken tamamen kendisi oluyor ve doğal davranıyordu. Hastanedeki ciddi halini, dışardaki sert halini, insaara karşı soğuk halini bir kenara bırakıp yalnızca Kuanlin oluyordu. Bir kalıba girmek için çaba harcamıyordu ve ben bunun için ona minnettardım.

"Sana o şekilde bakmasına, o çirkin ağzıyla bizim evimizde bize laf çarpıtmasına asla izin vermezdim. Çok, çok özür dilerim."

Gülümsedim burukça. Alınmamıştım. Belki birazda olsa utanmıştım ama o adamın dedikleri beni zerre ilgilendirmiyordu. Bunlar benim gerçek hayatta duyduğum şeylerdi. Okulda sürekli alay konusu oluyordum zaten. Dolabıma bırakılan numaralar, sırama yazılab edepsiz şeyler, insanların yargılar bakışları. Ben bunlara alışıktım. Normal hayatımın bir parçasıydı bunlar. Dalga geçilmek, olmak istediğim kişi olduğum için ezilmek, alay konusu olup aşağılanmak, insanlar tarafından yargılanmak. Bunlara alışalı çok oluyordu.

"Senin suçun değildi, senin hiçbir suçun yok. Özür dileme, bunu yapması gereken sen değilsin."

Kafamı biraz geri çektim. Dolayısıyla yüzü omzumdan ayrılmış yine yüz yüze bakar olmuştuk. Usulca okşadım saçlarını. Ona buruk bir tebessüm sundum. Biliyordum, görüyordum, hissedebiliyordum. İyi hissetmiyordu, bu durumdan yorulmuştu. Bir şeylere karşı mücadele etmekten, hayatı boyunca çalışmaktan yorulmuştu. Bir şeyler için daima savaşıyordu. Kuanlin'in hayatı emek vermekle geçiyordu. O bitmek bilmez bir müzadeledeydi.

"Ne yapalım biliyor musun? Sen paltonun cebinden sigaranı al, balkona geç. Bende bize birer kahve yapıp geleyim, balkon gecelerimizden yapmıyorduk uzun süredir hm?"

Ne Giyerse Giderdi Hoşuma|| PanWinkHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin