Festivalin bitişinde heyecanla eline telefonu alan Yoongi, karşılaştığı şeyle bir süre duraksamıştı. Anne ve babasından onlarca cevapsız arama vardı. Muhtemelen festivalin nasıl geçtiğini merak etmişler ve onu sormak için aramışlardır diye düşündü. Tekrar geri aradığında uzun süre çalan bir telefon vardı sadece.
Yoon Gi endişelenmek istemiyordu fakat uzun süre çalınıpta açılmayan telefonlar onun kafasında oluşan bir sürü düşünceye sebep oluyordu.
Servise bindikten sonra tekrar tekrar arıyordu fakat sonuç yine aynıydı, ne açılan bir telefon ne de mesajlarına verilen bir cevap vardı ortada.
O sırada ona doğru gelen hocasını fark ettiğinde kendine çeki düzen vermiş ve yüzüne sahte bir gülümseme yerleştirmişti. Ne kadar inandırıcı olursa artık. "Aferin sana, çok iyi bir iş çıkardın. Sen en iyisisin Yoon Gi!" Yoon Gi zorda olsa sahte gülümsemesini bir şekilde devam ettirebilmişti.
Duran serviste harekete geçtikten sonra Yoon Gi kulaklıklarını takıp gözlerini kapatmış ve aklına gelen saçma sapan düşünceleri başından savmaya çalışmıştı.
Servis yolun yarısını gidip bir süre sonra durduktan sonra Yoon Gi kapalı olan gözlerini açmış ve etrafına baktığında bir avuç topluluk görmüştü. Birkaç ile birlikte öğrenciler arabadan indikten sonra Yoon Gi'de inmişti. Aslında böyle şeyleri asla sevmezdi fakat bu sefer olan kaza, biraz daha kötü ve merak uyandırıcıydı. İnsanoğlu işte, merak ediyor.
Yoon Gi o civarlarda gezerken ayağının altında sürten demir dikkatini çekmiş ve eğilip eline almıştı. Bu demir, ona biraz tanıdık gelmişti. İster istemez kaşları çatıldı Yoon Gi'nin. Annesinin alyansına benziyordu bu. Yoon Gi annesinin doğum gününde almıştı. Biraz daha gezdikten sonra yerde ki plakaya ilişti gözü. Haklıydı. Ne kadar düşünmek istemese de buna engel olamamıştı. Plaka, onların arabasına aitti.
Yoon Gi hızlı adımlarla, ardından koşarak polislerinin çektiği sarı şeritin diğer tarafına geçmeye zorlamıştı kendini. Buna engel olmaya çalışan polisler, Yoon Gi'nin "Anne! Baba!" diyen sesini duyunca bırakmışlar ve aralarından bir tanesi de Yoon Gi ile birlikte cesetlerin yanına gitmişti.
Yoon Gi yere eğildiğinde tereddüt etmişti, çarşafı kaldırıp kaldırmamak konusunda.. Fakat yapması gerekti, öyle değil mi? Bir süre duraksadıktan sonra ilk açtığı çarşafın altına yatan annesinin cansız bedenini gördü. Hiçbir şey diyemedi, zaten ne diyebilirdi ki? Hiçbir şey yapamadı, tamamen ifadesizdi. Yüzünde hiçbir mimik oynamadan bir diğerine geçti. Bu sefer babasının cansız bedeniyle karşı karşıya gelmişti Yoon Gi. Alevlerin etkisiyle yüzü tanınmayacak hale gelene kadar yanmış, yanmaktan simsiyah olmuş babası vardı karşısında. Zorlanıyordu, fakat daha da çok zorlandığı yere gelmişti işte Yoon Gi. Büyükçe bir beyaz çarşafın altında iki küçük bedene baktı Yoon Gi. Yaşananları gereken çok şey vardı diye geçirdi içinden. Şu ana kadar ifadesiz kalan suratı, yerini hıçkırıklarla ağlayan bir ifadeye çevirmişti.
Güç bela ayağa kalktıktan sonra, titreyen dizleriyle yavaşça geçti sarı şeridin altından. O sırada etrafta ki insanların konuşmalarına şahit oldu.
"Ölenlerin yüzünden mi olmuş yani?" "Hayır, onlar çarpmamak için direksiyonu kırmış, fakat ölen kendileri olmuş. Ne acı ama.. İki çocuklarıyla birlikte cennete gittiler. Bir çocukları daha varmış. O gelmemiş onlarla." Yoon Gi iğrendiğini belli edercesine bakmış ve ardından kendine hakim olamayıp konuşmanın ortasına dalmıştı. "İyi mi böyle? Ölenlerin arkasından dedikodu yapmak iyi mi?! Size diyorum! Cevap versenize! O bahsettiğiniz, onlarla gitmeyen çocukları benim! Bana da söylesenize!" Yoon Gi kendine hakim olamayıp kadınlardan bir tanesinin üzerine yürümeye başladığında polislerden birisi onu sakinleştirmeye gelmiş, ama ne kadar denediyse de başaramamıştı. Bu yüzden onu orada bayıltmak zorunda kalmışlardı.
Yoon Gi gözlerini hastanede açtığında, beyninde tekrarlanan görüntülerle daha da deliriyormuş gibi hissediyordu sanki. Sanki ne kadar uğraşsa da kurtulamayacaktı bundan. Babasının tanınmayacak derecede yanan yüzü, annesinin yanan bedeni ve küçük bedenleriyle cansız yatan kardeşleri gözünün önüne geldikçe kendini unutacak gibi oluyordu.
Yattığı odaya bir süre sonra polisler geldiğinde, yetimhaneye gidip gitmeyeceğini, eğer yakınlarda akrabası varsa orada kalabileceğine dair şeyler söylerken Yoon Gi hala kendisine gelemiyordu. Biraz duraksadıktan sonra hiç akrabasının olmadığı geldi aklına Yoon Gi'nin. "Yok." dedi, ve ekledi: "Ailemden başka kimsem yoktu.." Polisler birbirlerine baktıktan sonra odadan çıkmışlardı.
Ertesi gün yetimhaneden yetkili kişiler gelmiş ve Yoon Gi'yi de alıp evlerine gitmişlerdi. Yoon Gi alması gereken eşyalarını da aldıktan sonra bir süre evi öylesine dolaştı. Son gelişiydi bu onun, biliyordu, farkındaydı. Evin her bir köşesini ezberine aldı gezerken. Her bir köşesinde ki anılarını aklının bir köşesinde biriktirdi. Buzdolabını açıp baktığında annesinin onun için yaptığı yemekleri gördüğünde yutkunmadan edememişti. Derin bir nefes aldıktan sonra dolabın kapağını kapatıp yere bıraktığı çantasını da alıp yetkililerle beraber evden çıktı.
Kapıyı da kilitledikten sonra ayağına ilişen şeye baktı gözlerini yere eğip Yoon Gi. Bu festivale gitmeden önce komşularına bıraktığı köpeğiydi. Gülümsedi Yoon Gi. 15.yaş gününde ailesinin aldığı köpekti bu. Eğildi, ve konuştu onunla. "Buraya ben yokken iyi bak tamam mı Theodor? Annemler gitmeden önce bana emanet etmişlerdi fakat anladığım kadarıyla ben bakamayacağım. O yüzden sen bak. Olur mu oğlum?" Yoon Gi gözünden gelen yaşları silip ayağa kalkmış ve arabaya binmişti.
Bu kadar mıydı yani şimdi? Bitmiş miydi her şey burada, tamamen? Ya da.. Belki de biterken bir mucizeyle yeniden başlardı?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
lavinia & yoonseok.
Fanfictionaynı hikâye, farklı seçimler. ✉&düz yazı. ✉not: açıkçası bir miktar beyin yakıyorum burada.. ufak tefek yanlışlarda var ama ilk yazdığım fic olduğu için umarım mazur görürsünüz. saygılar.