Jungkook bugün de erkenden kalkmış ve kendisine küçük bir sandviç hazırladıktan sonra kafeye inmişti.
Her zamanki gibi önce perdeleri açtı, sonra cam kapıya doğru yürüdü ve Emma'nın kapıya özel yaptırdığı küçük perdeyi kenara çekip ipiyle tutturdu. Kapıyı açtı, dışarı çıktı. Masmavi gökyüzünü selamladıktan sonra dün akşamdan içeri aldığı taburelerle küçük masaları dışarı çıkarmaya başlamıştı. Masaları düzenlice koyuyor, etrafına da birkaç tabure iliştiriyordu.
Düzenlemeyi bitirdikten sonra içerden ıslak bir bez kapıp masaları silmeye, daha sonra da Emma'nın koyması için ısrar ettiği küçük kaktüs saksılarını masalara yerleştirmeye başladı.
Jungkook dışarısını hallettikten hemen sonra Emma göründü. Her zamanki gibi topukluları ayaklarındaydı, bu yüzden bozuk yolda işkence çekiyordu. Jungkook "Günaydınlar!" diye bağırdı. Emma gülümseyip "Günaydın erkenci kuş!" dediğinde Jungkook çoktan yanına varmıştı.
Hemen koluna girdi ve yürümesine yardımcı oldu.
Kafeye girdiklerinde Emma Jungkook'tan ayrıldı. Üst kata çıkan kapının yanındaki askılığa doğru yürümeye başladı. Ceketini ve çantasını astığında Jungkook da yeni bir bez alıp içerideki, daha büyük olan, masaları silmeye başlamıştı.
Emma önlüğünü giyinip dünden hazırladığı poğaçalarını hemen fırına verdi.
"Bella yok değil mi?"
Jungkook artık ne diyeceğini bilmiyordu. Bella her gün geç kalıyor ve o da Emma'yı yatıştırmak için her gün bir bahane uyduruyordu. Jungkook'un Bella'nın geç kalması için uydurduğu bahanelere inandığı yoktu tabi ki, sadece Emma'nın sinirlenmesini istemiyordu. Çünkü Bella'nın gerçekten de bu işe ihtiyacı vardı.
Henüz otuzlarında olan bu kadın kırk altı yaşındaki Emma'dan daha uyuşuktu. Sürekli bir şeyleri kırıp döker, siparişleri karıştırır ve mutfakta kendini yaralardı. Fakat bu işe ihtiyacı vardı; bakması gereken henüz sekiz yaşında, babasız, bir oğlu vardı. Jungkook da her seferinde küçük Harry'yi düşünür ve Bella'yı idare ederdi.
Tam ağzını aralamıştı ki Bella telaşla içeri girdi.
"Bu sefer..." Nefesini düzene sokmaya çalışıyordu. "Bu sefer gerçekten geç kalmayacaktım ama yolda... Biri bisikletten düştü ve be-"
"Tamam Bella, yalana gerek yok."
Bella itiraz etmek için hareketlendi fakat Jungkook kaşlarını havaya kaldırıp kafasını iki yana salladı. Bella hemen pes etti ve askıya doğru yürüdü. Yalan söylemiyordu ama bunun ne önemi vardı değil mi?
Jungkook tüm masaları sildikten sonra servis bankosuna doğru yürüdü. Önündeki yüksek, kahverengi deri kaplı taburelerden birine yerleşti ve "Emma." dedi. Emma salataları bırakıp Jungkook'a döndü. Öyle tatlı görünüyordu ki elini önlüğünün cebinden sarkan küçük havluya silip yumuşacık saçlarını karıştırdı.
"Söyle bakalım."
"Alışveriş listesini ver de hemen gidip geleyim, olur mu?"
Emma, Jungkook'un burnunu iki parmağı arasına aldı ve sıktı.
"Harika olur ufaklık."
Jungkook sızlayan burnunu tutup ovdu. Emma'ya bunu yapmamasını yüzden fazla kez söylemiş olabilirdi ama inatla yapmaya devam ediyordu. Hayır, illa sıkmak istiyorsa yanağını sıkabilirdi. Burnu çok acıyordu!
Emma elinde küçük, beyaz bir kağıtla geri döndü. Kağıdı yüz Frank ile birlikte Jungkook'a uzattı. Salatalara geri dönecekken aklına gelen şeyle yeniden Jungkook'a baktı. "Sakın." demişti oldukça ciddi bir tavırla. "Sakın kurabiye için damla çikolataları Charles'tan alma."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Love is in Montmartre ✔︎
FanfictionJimin ve Jungkook yedi yaşlarındayken birbirlerine söz vermişlerdir: Jungkook dünyadaki tüm kötülüklere karşı Jimin'i koruyacak, Jimin de Jungkook'a tüm sevgisini verip sonsuza kadar onun yanında kalacaktır. Jimin, tam on dört yıl sonra Jungkook'u...