Jungkook, Jimin'in mektubunu birkaç kez daha okuduktan sonra yavaşça gözlerini etrafta gezdirdi. Kağıdı masaya geri bıraktı ve arkasına yaslanıp gözlerini tavana dikti.
Dün gece odasına gelip gitmesini isteyip istemediğini sorduğunda onu hiç ciddiye almamıştı ve asla gidebileceğini düşünmemişti. Ne hissetmesi gerektiğini bilmiyordu. Ona yaklaşık on dakika önce 'Jimin gitse ne yaparsın?' diye sorsaydınız hiçbir şey derdi. Sadece bir hafta evinde kalmıştı ve aralarında samimi bir konuşma hiç geçmemişti, Jungkook buna hiç fırsat vermemişti. Şimdi ise, belki de ihtimal değil de gerçekten gittiği için, tuhaf hissediyordu; hiçbir şey yapmamak değil, onu bulmak istiyordu!
Hızla ayağa kalktı fakat mantıklı tarafının sorduğu 'neden onu bulmak istiyorsun?' sorusuyla yeniden geri oturdu.
"Tabi ki gidecek kimsesi olmadığı için! Başına her şey gelebilir."
Yeniden ayağa kalktı fakat içindeki sesi susturamıyordu. 'Yani onu birazcıkta olsa sevdiğin için değil..?'
Jungkook yeniden oturdu. Elini çenesine atıp masadaki kağıda baktı.
Jimin'e söylediği gibi, onu sevmiyor değildi. Jungkook herkesi severdi! Yaratılışında vardı. İnsanları, hayvanları, bitkileri, yemeği, yemek yapmayı, yaşamayı... Elbette ki Jimin'den nefret etmiyordu ya da ona katlanamama gibi bir durum yoktu ortada.
Eğer gerçekten gidebileceğini düşünseydi dün gece susmazdı.
Sonunda oturduğu koltuktan bir daha geri oturmayacağını bilerek kalktı ve odasına gitti. Üzerini değiştirip saate baktı, çok gecikmişti. Belki de Emma çoktan kafeyi açmış, meraktan kapısına kadar gelmişti.
Elini yüzünü yıkadıktan sonra aşağı indi. Emma henüz gelmemişti ama dokuza on dakikadan az vardı. Her zamanki gibi ilk önce perdeleri açmak yerine kapıya doğru koştu ve kapıyı açtı. Emma'yı gördüğünde zar zor gülümseyip hemen yanına gitti.
"Günaydın Emma. Sen Jimin'e para verdin mi?"
Emma soruyla afalladı. Güzelce gülümsedikten sonra neşeli bir sesle "Sana da günaydın." dedi.
"Emma verdin mi vermedin mi? Lütfen söyle."
"Maaşından kesmek şartıyla biraz verdim. Parası olmadığını biliyordum?"
Jungkook seslice oflayıp içeri girdi. Bisikletini alıp tekrar dışarı çıktığında Emma telaşla "Nereye?" diye sordu.
Jungkook bisikletine yerleşirken "Gelince anlatırım." dedi.
Emma'nın konuşmasına izin bile vermeden hızla yanından ayrıldı.
~~~
Jungkook tren garına vardığında bisikletini dikkat çekmeyen bir yere bıraktı.
Marsilya'ya giden treni ararken etrafına bakınmayı da ihmal etmiyordu. Bir sürü yüz vardı fakat hiçbiri Jimin değildi.
Daha hızlı koştu.
Trenin kalkmasına çok az kaldığını yapılan anonslardan anlamıştı fakat durmadı ve trene bindi. Kabinleri tek tek kontrol etmeye başladı. Kimisi çatılmış kaşlarıyla ne yaptığını anlamaya çalışıyor, kimisi onu hiç umursamıyor, kimisi de görmüyordu ya da görmemezlikten geliyordu.
Trenin kalkmasına son beş dakika kaldığı anonsunu duyduğunda trenden çıktı.
Jimin burada değildi.
Geri çekilip boş sandalyelerden birine oturdu ve düşünmeye başladı. Aynı zamanda da ne olur ne olmaz diye gözlerini etrafta gezindiriyordu.
Gidebileceği tek yer Marsilya'ydı. Söylediğine göre son yıllarda orada yaşamıştı ve oradan yanına gelmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Love is in Montmartre ✔︎
FanficJimin ve Jungkook yedi yaşlarındayken birbirlerine söz vermişlerdir: Jungkook dünyadaki tüm kötülüklere karşı Jimin'i koruyacak, Jimin de Jungkook'a tüm sevgisini verip sonsuza kadar onun yanında kalacaktır. Jimin, tam on dört yıl sonra Jungkook'u...