Jimin kafeyi kapatıp üst kata çıktıklarından bu yana, tam tamına otuz yedi dakikadır, Jungkook'un beş dakikalığına diye girdiği odasından çıkmasını bekliyordu.
Oldukça yumuşak olan küçük, kahverengi kadife koltuğun dibine kadar oturmuş, çantasını kucağına almış öylece televizyonun küçük siyah ekranındaki yansımasını seyrediyordu.
Arada bir de oturma odasının salona açılan kapısına bakıyor, kapı sesi duymayı bekliyordu. Fakat Jungkook odasından çıkmamaya yeminliydi sanki.
Jimin hiç moralini bozmadı, zaten Jungkook'un onu tanımaması başına gelebilecek en fena şeydi, artık Jungkook'un yapacağı hiçbir şeyin kendisini çok fazla üzemeyeceğini düşünüyordu.
"Elbet çıkacak." diye fısıldadı.
Jungkook üzerini değişmek bahanesinin fazlaca uzadığının farkındaydı. Eli kapının kolunda duruyor fakat bir türlü cesaret edip kapıyı açamıyordu.
Tamam Jimin arkadaşıydı, yani bir zamanlar öyleydi. Bu söz işine de o kadar takılmıyordu. Fakat yıllar geçmişti, Jungkook şimdiki Jimin'i, gerçi geçmiştekini de hatırlamıyordu, tanımıyordu. Şu an salonunda oturan bir yabancıydı ve bu yabancı geceyi evinde geçirecekti. Belki de birkaç geceyi...
Asla kötü birine benzemiyordu. Yüzü, hareketleri, konuşması... Her şeyi ölçülü ve düzgündü. Sevimli, daha doğrusu arkadaş canlısı birine benziyordu. Bir de Emma gibi Jungkook da çok fazla gülümsediğini düşünüyordu. Bu manasız gülümsemeleri o kadar büyük bir etki bırakıyordu ki üstünüzde bir yerden sonra siz de istem dışı gülümsemeye başlıyordunuz.
"Yeter." dedi kendi kendine. Bu yaptığının herhangi bir mantığı yoktu. Kapıyı açtı ve ardından kapattı. Derin bir nefes aldıktan sonra oturma odasına doğru yürümeye başlamıştı.
Jimin duyduğu seslerle gözlerini kapıya dikti yeniden. Jungkook mahcup bir gülümseme sunduktan sonra Jimin'in oturduğu koltuğun sağ çaprazında kalan iki tekli koltuktan birine, Jimin'e yakın olanına, yerleşmişti.
Jimin kucağındaki çantasını kenara bıraktı. "Bir an hiç gelmeyeceksin sandım." dediğinde Jungkook şaşkınlıkla aralamış olduğu gözlerini Jimin'in küçük gözlerine dikmişti.
Garip biriydi, kesinlikle garipti. Mesela Jungkook asla böyle bir şey söyleyemezdi, söylese bile şaka olduğunu belirtmek için gereksiz yere uzunca gülümsemeye çalışırdı, fakat Jimin her zamanki gülümseyen suratı ile, ama bu sefer gerçekten farklı bir ciddilik vardı üzerinde, ona bakıyordu.
Jungkook, bir cevap bekliyormuş gibi kendisine bakan gence karşı daha fazla kayıtsız kalamadı ve "Üzgünüm." dedi. "Bilerek olmadı."
Yalan söylediği için gözlerini hemen ondan kaçırmıştı.
Televizyonu koyduğu eski masanın yanındaki küçük fiskostan kumandayı alıp televizyonu açtı. Jungkook pek televizyon izlemezdi, daha doğrusu televizyonu açar ve izlemezdi. Sadece evde ses olmasını seviyordu. Sabahları onlarca insanın arasında kendisini asla yalnız hissetmiyordu fakat gece olup herkes evlerine çekildiğinde aslında yapayalnız bir genç olduğunu hatırlıyordu. Doğruyu söylemek gerekirse de bu biraz canını sıkıyordu.
Jimin sessizce televizyonu izlemeye başladığında Jungkook göz ucuyla ona baktı. Koltuğun en dibine oturduğundan ayakları yere değmiyordu; bundan rahatsız gibi de değildi, ayaklarını ritmik bir şekilde sallıyordu. Gerçekten eğleniyormuş gibi görünüyordu.
Belki de ev arkadaşı olmak iyi bir fikirdi. Bazen o kadar çok sıkılıyordu ki kendi kendine muhabbet ettiği bile oluyordu. Belki bundan sonra günün muhabbetini Jimin'le yapabilirdi. Hem böylesi daha normal ve sağlıklı olurdu. Kendisine kendi fikir ve düşünceleriyle cevap verebilecek farklı bir ses, yüz, beden... Bu düşününce hiç de fena değildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Love is in Montmartre ✔︎
FanfictionJimin ve Jungkook yedi yaşlarındayken birbirlerine söz vermişlerdir: Jungkook dünyadaki tüm kötülüklere karşı Jimin'i koruyacak, Jimin de Jungkook'a tüm sevgisini verip sonsuza kadar onun yanında kalacaktır. Jimin, tam on dört yıl sonra Jungkook'u...