Jimin'in gözlerini araladığında Jungkook'un kolları arasında olmak beklediği en son şey bile değildi. Dün gece kendinden oldukça emin bir şekilde temas yok diyen Jungkook şimdi öyle bir sarılmıştı ki ona, bedenini hareket ettiremiyordu.
Jimin gözlerini yeniden kapatıp kafasını Jungkook'un boynuna soktu. Nasıl anlatsa bilemiyordu. Kokusu onun için yabancıydı fakat bir o kadar da tanıdık geliyordu. Burnunu boynunda bir aşağı bir yukarı gezdirdi. Teni yumuşacık, pürüzsüz ve güzel kokuluydu.
Jungkook'un kolları Jimin'i öyle güzel sarmış ve Jimin boynuna öyle güzel yerleşmişti ki sanki Jungkook'a sarılmak için yaratılmıştı. Onun kokusunu içine çekmek, onu öpmek, onu izlemek, onu sevmek için...
Jungkook'u daha öncesinde hep hayal etmeye çalışırdı. Büyüdüğünü, boyunun kendisinden uzun olup olmadığını, tavşana benzeyen gülümsemesinin değişip değişmediğini, iri gözlerini fakat hiçbir zaman tam bir yüz oluşmazdı kafasında. Sanki yoğun bir ışık hayalindeki Jungkook'un yüzüne tutuluyor ve Jimin'in onu, o güzel yüzünü, görmesini engelliyordu.
Bu elbette Jungkook'u sevmeye devam etmesine engel olamamıştı. Söz verdiklerinden değildi bu, tabi onunda büyük bir etkisi vardı ama Jimin sözlerinden önce de Jungkook'u hep sevmişti. Henüz küçükken duygularını adlandırması oldukça zordu ancak şimdi biliyordu: Jimin altı yaşından, Jungkook'u ilk gördüğü andan, beri ona karşı yoğun bir sevgi duyuyordu.
İlk aşkıydı.
Çocukken de o kadar sevimli ve yakışıklıydı ki onu sevmemek mümkün değildi. Tabi Jimin onu sadece güzel yüzü için sevmemişti. Zaten bu yıllarca neye benzediğini bilmeden onu sevmeye devam etmesinden anlaşılabilirdi.
Jimin, herkes kendisini ağlatırken gözyaşlarını küçük parmaklarıyla silen, kulağına ağlamamasını fısıldayan o küçük çocuğun kalbine aşıktı.
İçinde oluşan yoğun duygulara daha fazla karşı koyamadı. Jungkook'un sıcak, pürüzsüz boynuna bir öpücük bıraktı.
Şu an dünyanın en mutlu insanı Jimin Park'tan başkası değildi belki de.
Sevdiği adam kolları arasındaydı. Artık gözlerini kapattığında yüzünün her zerresi gözünün önüne gelebiliyordu. Onu bulmuştu!
Biraz sonra, Jungkook kıpırdanmaya başladığında hareket etmeyi kesti. Açıkçası ikisini bu hâlde gördüğünde nasıl bir tepki vereceğini deli gibi merak ediyordu. Jungkook bir süre duvarı seyretti. Sonra kafasını boynundaki kafaya çevirdi ve bir süre de Jimin'in saçlarını izledi. Uyku sersemliğini üzerinden attıktan sonra ise geri çekilmişti. Jimin uyuyormuş numarası yapmayı planlamış olsa da gözlerini araladı ve Jungkook'a baktı. Sağ eli belinde olduğu için fazla uzaklaşamamıştı ondan.
Jungkook kaşlarını çatarak, yine de çok sevimli görünüyordu, "Temas yok demiştim." dedi.
Jimin hiç moralini bozmadan "Sen bana sarıldın." diye cevapladı. "Baksana sen bana yaklaşmışsın. Eh, ben de sana dokunmamak için duvarla bütünleşemezdim.
"Tanrı'nın işi işte."
Jungkook sessiz kaldı. Gerçekten de o Jimin'e doğru yaklaşmış, yatakta onun için neredeyse hiç yer bırakmamıştı. Yine de kaşları çatıktı. Siniri yatışmamıştı.
Yataktan çıkmak istediğinde Jimin'in belinde olan eli onu engelledi.
"Ne yapıyorsun?"
"Gitmeni istemiyorum."
Jungkook'a doğru kaydı. Şimdi yeniden nefeslerini hissedebilecek kadar yakınlardı birbirlerine.
"Sadece sarılarak uyuduk, neden böyle davranıyorsun? Ayrıca saat altı." Gözleri ile komodinin üzerinde duran saati işaret etti. "Fazla erken, bence biraz daha uyumalıyız."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Love is in Montmartre ✔︎
FanfictionJimin ve Jungkook yedi yaşlarındayken birbirlerine söz vermişlerdir: Jungkook dünyadaki tüm kötülüklere karşı Jimin'i koruyacak, Jimin de Jungkook'a tüm sevgisini verip sonsuza kadar onun yanında kalacaktır. Jimin, tam on dört yıl sonra Jungkook'u...