Jimin'in Jungkook'u öpmesinin ardından tam dört gün geçmişti.
Jungkook bu dört gün boyunca Jimin'den olabildiğince kaçmış ve onunla az konuşmaya çalışmıştı. Hatta bazen Jimin'in sohbet etmeye yönelik çabalarını görmezden gelmişti. Bu yaptığının oldukça kaba bir davranış olduğunu biliyordu fakat elinde değildi. Yeni tanıştığı insanlara karşı her zaman utangaç olan Jungkook o öpücükten sonra doğal olarak Jimin'e karşı daha da utangaç olmuştu.
Jimin dokunmadığı domates soslu makarnasına bakarken son günlerdeki hallerini düşünüyordu. Hatta gece gündüz bunu düşünüyor dersek daha doğru olur.
Parmaklarıyla masada ritim tutmaya başladığında gözleri duvardaki saate kaydı. Jungkook yıkanacağını söylediğinden bu yana neredeyse bir buçuk saat geçmişti ve Jimin elbette aptal değildi, neden gelmediğini gayet iyi biliyordu.
Bir süre karşısındaki boş sandalyeyi izledikten sonra ayağa kalktı. Dokunmadığı makarnasını tezgaha bıraktı. Oturma odasına gidecekken içeriden gelen Jungkook yolunu kesmişti. Hemen kenara çekilip geçmesine izin verdi.
Jungkook ensesini kaşırken etrafa göz gezdirdi. Jimin'in dolu tabağını gördüğünde ona baktı ve "Neden yemedin?" diye sordu, gözleriyle tezgahtaki dolu tabağı işaret ederek.
Jimin gözlerini bir saniyeliğine bile Jungkook'tan ayırmazken omuz silkti.
Jimin'in aksine Jungkook ondan başka her şeye bakıyordu.
"Çok geciktin." Jimin ortama hakim olan garip sessizliği bozdu. Jungkook usulca kafasını sallayıp onayladı. "Evet... Ehm... Öyle."
"Seni benden daha da uzaklaştıracağını bilseydim, inan, öpmezdim seni."
Jungkook sertçe yutkundu. Ne diyeceğini bilemedi. Sonra, konuşmanın daha iyi olacağını düşündü.
"Jimin... Biliyorum beni seviyorsun." Jungkook, Jimin'e baktığında kendisini kafasıyla onayladığını gördü. "A-Ama ben seninle aynı duyguları paylaşmıyorum. Bu demek değil ki seni sevmiyorum, bahsettiğim şey... Yani... Beni kafana göre öpemezsin, sarılamazsın, bana dokunamazsın." Vurgulayarak devam etti: "Odama gizlice girip izinsizce yatağıma yatamazsın."
Jungkook kaşlarını kaldırdı ve kendisini onaylaması için Jimin'in gözlerinin içine baktı.
Jimin şu an ağlamak istiyordu. Yıllardır saf bir sevgiyle sevdiği, yeniden bir araya gelmek için hayaller kurduğu adam ona neler söylemişti öyle! Eğer o böyle her yolu kapatırsa Jimin nasıl kazanacaktı kalbini geri? Onun yakınında olup ona dokunmamak oldukça zorken şimdi kendisine dokunmasını istemediğini nasıl kabullenecekti?
İsmini duymasıyla yerinden çıkacakmış gibi olan kalbi şimdi acıyla sızlıyordu. Reddedilmenin ya da istenmemenin verdiği bir acı değildi bu, sevilmemenin yoğun ıstırabı ve hezimetiydi. Şimdi kafasında türlü şeyler kuruyor, Jungkook'un onu bir çöpten farksız gördüğünü düşünerek beynine de işkence çektiriyordu. Farkında olmadığı titreyen çenesi, beyazlayan teni, kızarmaya başlayan gözleri ise her şeyi ele veriyordu Jungkook için.
Sonunda beceriksizce "Haklısın." dedi. "Özür dilerim, her şey için."
"Özür dilemene gerek yok sadec-"
Jimin hızla mutfaktan çıktığında Jungkook birkaç dakika arkasından bakakaldı. Jimin, gözüne çok üzgün görünmüştü ve Jungkook'un niyeti gerçekten de onu üzmek değildi.
En azından böylesine üzmek değildi.
~~~
Jimin, Jungkook'un yokluğunu ve kafenin boşluğunu fırsat bilerek servis bankosuna yanaşıp taburelerden birine oturdu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Love is in Montmartre ✔︎
FanfictionJimin ve Jungkook yedi yaşlarındayken birbirlerine söz vermişlerdir: Jungkook dünyadaki tüm kötülüklere karşı Jimin'i koruyacak, Jimin de Jungkook'a tüm sevgisini verip sonsuza kadar onun yanında kalacaktır. Jimin, tam on dört yıl sonra Jungkook'u...