14

2.4K 243 120
                                    

İstediğim tek şey sadece birkaç saniye nefes alabilmekti. Dinlenmeye ihtiyacım vardı, soluklanmaya, ruhumu hissetmeye, biraz olsun gülümsemeye. Kaçarak bunları başarabileceğimi sanmıştım, uzaklaşmak istemiştim. Sonu görünmeyen bir yolda koşmuştum, hayatımdan uzaklaşmak istemiştim. Onu ve yaşadıklarımı unutmaya çalışmıştım ama en çok kendimi unutmuştum.

Kendimi kaybetmiştim. Sevdiklerimi kaybettiğimi düşünürken benliğimi kaybetmiştim. Şimdiyse her şey bir hiç olmuştu, nefes almanın bir anlamı yoktu. Burada oturmamın, resim yapmanın, müzik dinlemenin, hayatın hiçbir anlamı yoktu.

Onlar olmadan hayatımın hiçbir anlamı yoktu.

Kimi cezalandırıyordum? Taehyung ceza çeksin isterken yine kendimi mahvediyordum. Oğlumuzu mahvediyordum. Bunu yapmaya hakkım var mıydı?

Kaçışların sonu gelmeyecekti. Bu başlangıçtı, böyle gidecekse kaçmaya devam edecektim. Biri beni durdurana dek, bacaklarım beni kaldırana kadar koşmaya devam edecektim. Bir gün Taehyung beni durduracak ve yeter artık diyecekti. Bana isyan edecekti, kendi hayatına dönecekti. Bensiz bir hayat kuracaktı.

Bu karamsar düşünceler aklımdan çıkmıyordu, onlardan uzak duramıyordum. Parazitler beynimi sarıyordu, düşünmekten de yorulmuştum. Gücüm tükenmişti.

Elimdeki mavi tonlarında olan porselen bardağı yere düşürdüğümde gerçek hayata dönebildim. Balkonda öylece durmuş düşüncelerimle savaşıyordum. Yalnız başımaydım. Kırık parçalar her yerdeydi. Sıcak acı kahveyi ayak parmaklarımda hissediyordum. Ama hiçbir şey yapamıyordum.

Bu durumdan kurtulmak için hiçbir uğraş vermiyordum. Elimi kaldırıp kırıkları toplayacak gücüm yoktu, ayağa kalkacak gücüm yoktu. Yanıyordum ve hayır, bu fiziksel bir şey değildi. Bu acı fiziksel değildi, merhemi yoktu. Çaresi yoktu, ömür boyu bu acıyla yaşayacak gibiydim. Kırıklarımı birinin toplaması gerekiyordu, bu kadar muhtaçtım. Acizdim, kendi gücümü tüketiyordum.

Ne için buradaydım, nasıl bu hale gelmiştim bilmiyordum. Bu acıyı bu güne kadar nasıl taşımıştım bilmiyordum.

Sadece iki gün olmuştu. Oğlum ve eşim olmadan sadece iki gün geçirmiştim. Aslında tek ilacım onlardı. Ama bunu kabullenemiyordum. Bana bu acıyı yaşatan kişiden yardım isteyecek halim kalmamıştı.

O balkonda ne kadar oturdum bilmiyordum. Karınca gibi görünen insanların koşuşturmasına kaptırmıştım kendimi. Kendimi hayal etmiştim. Geçmişimi ve geleceğimi.

Toparlanmam gerekiyordu. Buraya nefes almak için gelmişken oksijensiz kalmıştım. Sudan çıkmış bir balıktım. Nasıl hayatta kalacağımı bilmiyordum.

Bir çözüm bulmalıydım. Bir çözüm bulmalı, bencilliğimi bir kenara bırakmalı ve en önemli parçam olan oğlum için savaşmalıydım.

***

-Taehyung-

Bilgisayarı koltuğa doğru konumlandırıp bilgisayarın karşısına oturduğumda kalbim gereğinden daha hızlı atıyordu. Eski zamanlardaki heyecanım vücudumu sarmıştı. Gençliğimi anımsadım, üniversite zamanlarımızı anımsadım. Onunla yaşadığımız çöküşleri, kaybedişleri, zaferleri düşündüm. Onun için ne kadar savaştığımı, onu kazanmak için ne kadar çabaladığımı düşündüm. Birbirimizi sevişlerimizi, yaptığımız çılgınca şeyleri, çok mutlu olduğumuz zamanları hatırladım. Hepsi geçmişte kalmıştı.

Ekranda beliren Jimin'le düşüncelerimden uzaklaşırken gözlerimi ekrana dikmiştim. Solgun tenine, zayıflamaktan belirginleşmiştiş yüz hatlarına, morarmış göz altlarına bakarken nefesim kesilmişti.

Bunlar benim eserimdi.

"Hey... Merhaba?"

İnce ve kırılgan sesini duyduğumda içimde bir yerler cız etmişti. Onu bu hale ben getirmiştim.

"Merhaba. Nasıl gidiyor?"

Gözlerini kaçırıyordu benden. Bana bakmaya çekiniyordu.

"İyi gidiyor, her şey normal. Sen- sizin nasıl gidiyor? Woo nasıl?"

Hiçbir şey iyi gitmiyordu.

"İyi gidiyor. Woo uyuyor, seni özlediğini söylüyordu."

Dudaklarının kıvrılışını gördüğüme yemin edebilirdim. Ufacık bir kıpırtı oldu, onun dudağının kenarında ve benim yüreğimde. Ufacık bir mutluluk kırıntısı.

"Ben de özlüyorum seni Jimin."

Sadece birkaç kelime, bir yıkılış, bir toparlanış, büyük bir özlem ve koca bir acı. Gözlerinden geçti bunlar. Gözlerinden ve yüreğimin içinden geçti.

Bana cevap vermedi, veremedi? Oysa çok istiyordum onun sesinden aynısını duymayı. Beni özlediğini bilmeyi ne çok isterdim.

"Keşke beni uyandırsaydın gitmeden önce. En azından seni havaalanına kadar götürürdüm."

Sessizlik.

"Jungkook'la seni gördüm. O mu götürdü seni?"

Gözlerini kocaman açarak şaşkınca baktı bana. Neden şaşırdın bu kadar sevgilim? Arkandan geldiğim için mi, sizi gördüğüm için mi? Neydi bu telaşın?

"Açıklama yapman için söylemedim. Seni hiçbir şey için suçlamıyorum. Cevap vermek zorunda değilsin, hesap vermek zorunda değilsin."

Bana öyle bir bakıyordu ki yanında olup ona sıkıca sarılmak istedim. Elini tutmak ve onu defalarca öpmek istedim. Jimin'i hissetmek istedim.

"Taehyung, seni çok özledim."

Birkaç kelime. Yeni bir yıkılış. Yeni bir toparlanış. Yeni bir umut.

"Özür dilerim, özür dilerim, her şey çok kötüye gidiyor. Elimden gelen tek şey seni çok özlemek."

Gözlerindeki parıltılar yanaklarına doğru süzüldüğünde aramızdaki mesafelere lanet okudum.

"Seni uzun zamandır özlüyorum. Sadece sen görmüyorsun."

Ondan bu kadar uzaklaştığım için kendime lanet okudum.

"Şimdi orada olsam yine ayrı ayrı yatacaktık, yine özleyecektim seni. Yine çok yalnız hissedecektim. Neden hep yalnız kalıyorum? Neden beni başkalarına muhtaç ediyorsun?"

Bu sitemleri boğazıma koca bir düğüm attı. O düğüm beni sıktı, beni sıktı ve canımın en içinde sızladı.

Ekranı kapattı. Karşımda ağlamak istemedi ya da beni görmek istemedi. Gördüğüm son şey onun ıslak yanaklarıydı. Dokunamadığım, değerini bilemediğim gözleriydi.

O gece ben de yalnız kaldım. Yalnız kaldım ve daha çok düşündüm. Onun yerine koydum kendimi, çok düşündüm. Başkasına muhtaç olmanın nasıl olduğunu düşündüm. O olmasaydı ne kadar zor durumda olacağımı düşündüm.

Düşündüm ve Jimin gibi binbir parçaya ayrıldım.

Leaving Tonight // VminHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin