Bir şeylere başlamak zordu, daha zor olansa ara verdiğin bir şeye devam etmekti. Ne kadar istesem de başarılı olamadığım bir şeydi. Biz ara mı vermiştik? Yoksa tamamen bitmiş miydi?
Birbirimizi tüketmiştik.
O kırıcı sözlerle, yaptığımız anlamsız hareketlerle sonumuzu getiriyorduk. Ailemizi bir çıkmaza sürüklüyorduk. İkimizin de hataları vardı, kabul ediyorum benim de hatalarım olmuştu. Ama işlerin bu duruma gelmesini hiçbir zaman istememiştim. Ondan uzak durmayı aklımın ucundan bile geçirmemiştim.
İki hafta olmuştu. Yalnız başıma bilmediğim bir ülkede, bir türlü alışamadığım otel odasında iki hafta geçirmiştim. Bunun sonu yoktu. Onlardan uzak durmak beni daha kötü hale getirmişti. Bitmek bilmeyen krizlerle doluydum. Her an patlayamaya hazır bir bomba gibiydim.
Bunu düzeltmem gerekiyordu. Eski hale gelmemiz gerekiyordu. Çünkü artık nefes alamıyordum, yaşamıyordum.
2 gün sonra onların yanına dönecektim. Evim orasıydı; yaşamam gereken yer, nefes almam gereken yer orasıydı. Beni iyileştirebilecek tek yer orasıydı, belki de beni tamamen öldürecek yerdi. Bu riski alacak ve artık kaçmayacaktım.
Saatin kaç olduğunun farkında değildim, uzun süredir hava karanlıktı. Odada oturmuş başka hiçbir işim yokmuş gibi içerken kendimden geçiyordum. En son ne zaman bu kadar çok içmiştim bilmiyorum. Sarhoş olursam bazı şeyleri unutacağımı sanmıştım, ama öyle olmuyordu. Öyle olmuyor ve tam tersine her şey daha çok üstüme geliyordu.
Odanın kapısı tıklatıldığında şaşkındım. Çünkü birilerinin bu saatte buraya gelmesi çok saçmaydı. Zorlanarak ayağa kalktığımda kapıya doğru adımladım. Ayakta durmak bile tam bir işkence gibiydi.
Ardından beni daha çok şaşırtan bir şey oldu. Kapıyı açtığımda Jungkook karşımdaydı.
Ve o geceye dair hatırladığım son şey, yıllar önce tattığım dudakların tekrar beni bulmuş olmasıydı.
-Taehyung-
Woo'nun çantasını tekrar kontrol edip kucağımda onu tutarak ilerlerken kapıda bizi bekleyen Lucie'ye döndüm. Ufak bir selamlaşmanın ardından içeri girerken Woo'yu uyandırmadan yavaşça koltuğa bıraktım.
Lucie elime bir fincan kahve tutuşturup beni mutfağa çekiştirirken evin diğer odalarından daha serin olan mutfakta karşılıklı oturduk. Bir şeyler anlatmamı bekler gibi merakla bana bakıyordu. Derin bir nefes aldım.
"Birkaç günlük Woo'ya göz kulak olmanı istiyorum. Çok uzun sürmeyecek, umarım..."
"Jimin hala gelmedi mi?"
Adını duyduğumda tüm vücuduma elektrik çarpmış gibi hissettim. Boğazımdaki yumruyu geçirmek için sıcak kahveden koca bir yudum aldım. İçimdeki ateşi daha da körükledim. Başımı iki yana sallayarak yanıt verdim.
"Orada ne yapıyor bilmiyorum... Yemeklerini yiyor mu, kendine iyi bakıyor mu? Nasıl hissediyor, hiçbirini bilmiyorum. Onun için çok endişeliyim. Hala pek konuşmuyoruz, sadece Woo'yla konuşurken sesini duyabiliyorum. Bana bakmaya bile katlanamıyor olmalı."
Lucie dostça bir dokunuşla elini bileğime koyduğunda gözlerimi ona çevirdim.
"Size boş şeyler söyleyip teselli etmek istemiyorum. Ama sizi az çok tanıyorum ve eminim ki düzeleceksiniz. Ayrıca kesinlikle sizi çok özlüyor olmalı."
Burukça bir gülümseme sunup yavaşça başımı sallayarak onayladım.
"Ben de onu özlüyorum. Bu yüzden yarın onun yanına gideceğim. Artık bu işi çözmenin vakti geldi."
-merhaba yine ben geldim... kısacık olduğunun farkındayım ve ne yaptığım hakkında hiçbir fikrim yok. buraya yazmayı özlemişim, vmini özlemişim. bilmiyorum daha mı kötüye gidiyor yoksa devam etmekle iyi mi yapıyorum ama bir şeyler yazmak istiyorum. bu yüzden gidişat hakkında önerileriniz fikirleriniz varsa lütfen bana bildirmekten çekinmeyin 💜
