- 13 Ağustos 1980-Olaydan sanırsam bir yıl falan geçmişti.
Kızım sağlıkla doğmuştu, James ve Meda'nın oğlu da öyle.
Adını Harry koymuşlardı, ben ise Sara koymuştum. Sarı saçları ve masmavi gözleri vardı, anneme çekmişti.
Vaftiz babası elbetteki Regulus'tu ona gözüm kapalı güvenebilirdim. Ayrıca her an yanımda olmuştu, bana olabildiğince yardım etmişti.
Şu anda da Regulus, kucağımda uyuyan minik Sara ve ben Sirius 'un mezarına gelmiştik. Onun mezarının önüne gelince Regulus Sara'yı aldı. Mezarın toprağına dokundum, havanın sıcak olmasına rağmen toprak buz gibiydi. Gözümden bir damla yaş düştü toprağa.
"Senin intikamını bile alamıyorum. O benim kardeşim Sirius, çok özür dilerim... Pietro'ya işkence ederek öldüremem onu biliyorsun, o benim canımdan öte. Kızımız sekiz aylık oldu, James ve Meda 'nın da bir oğlu oldu sevgilim. Adını Harry koydular. İkisi de çok iyi. James, Remus, Peter ve Meda da iyi. Seni çok özledim Sirius hemde tahmin bile edemeyeceğin kadar..."
Üçümüz birlikte eve dönmüştük. Sara küçük olsa bile her şeyi anlıyordu. Onu yatağına yatırdım ve merdivenlerden aşağı indim. Bell ve Rodolphus gelmişti. Rodolphus Regulus ile bir şeyler konuşuyordu Bell de yanıma geldi.
" Gidiyoruz."
"Ne demek gidiyoruz? Ben hiçbir yere gelmiyorum Bellatrix."
"Wanda, Lord seni yanında görmek istiyor. Anlasana, seni götürmeden Rodolphus ile birlikte geri dönemeyiz."
"Bell, ben kızımı bırakıp hiçbir yere gelmiyorum. Hele ki 'o' oradayken."
"Pietro'dan bahsettiğini anlıyorum, bak Sirius'u öldürdü biliyorum ama o bir Riddle, seninde kardeşin. Onunla konuşmazsın ama Lord varken hiçbir şey yapamayız."
Regulus yanıma yaklaştı.
"Meda ve ben Sara 'ya bakarız. Endişelenme Lord orada olmanı istiyorsa gitmelisin Wanda."
Evet en akıllıca olan şık gitmekti. Sara 'yı öpüp kokladım, sonra James, Meda ve küçük Harry gelmişti.
Malfoy Malikanesinin oraya gelince kapıda Lucius bizi bekliyordu.
"Uzun zaman oldu ha Wanda?"
"Düğüne ve Draco 'nun doğumuna gelemediğim için affet. Cissy ve Draco nasıl?"
"Önemli değil ve ikiside iyiler. Birazdan kendin de görürsün. Helena nasıl?"
Anlamaz gözlerle baktım.
"Andromeda anlattı, kızın olmuş. Helena ismi daha iyi. "
"Sizin çenenizi düşünerek Helena da koydum adını."
İçeri girdiğimizde bütün ölüm yiyenleri görmüştüm. Pietro ile göz göze geldim. Sanki Sirius 'un ölümünü tekrar tekrar izliyordum o masmavi gözlerde...
Gözlerimi yere diktim ve kaldırdım yemyeşil saçları uzamış olan Lorna 'yı gördüm cidden fazlasıyla değişmişti. Bana olan bakışları da öyle sanki daha iyi huylu bakıyordu, bana acıyordu sanki.
Ve sonra durduk. baktığımda yeşil gözler yerine kan kırmızısı gözler ile karşılaştım. Babam eski babam değildi. Tıpkı bir yılana benziyordu cildi, saçları ve burnu (burnununa gelince benim bütün ciddiyetim gitti dksmxmsmc) yoktu. Ayaklarına kadar uzanan simsiyah bir pelerin giymişti.Gerçek bir canavar olmuştu. Yorgun ve güçsüzdü bedeni, ruhu bunu görebiliyordum.
Dehşete düşmüştüm, benim babam bu canavar mıydı? Bana pelerinin içinden elini uzattı. Kırmızı gözlerinin içine baktım ve elini tutmadım.
Elini indirdi ve yürümeye başladık. Beni bir odaya götürdü, kapıyı kapattı.
"Tekrar hortkuluk yaptın değil mi? Bu görüntünde o yüzden. Kaç tane daha yaptın?"
"Toplam altı tane."
"Altı tane mi?! Baba sen ne yaptın?! Nasıl ruhunu altı parçaya bölersin nasıl?!"
"Bunları konuşmak için geri döndürmedim seni. Evine hoşgeldin kızım."
Dedi ve sarıldı ama ben bir karşılık vermedim. Ona sarılmadığımı görünce geri çekildi ve gözlerimin içine baktı. Onun gözlerinde babamı göremiyordum ve bu beni parçalıyordu.
"Lucius sana kalacağın odayı göstericek. Ayrıca akşam yemeğinde yanımda görmek istiyorum seni."
"Yanında olmazsam ne olur? Benide mi öldürtürsün?"
"Bak, öfkeni anlıyorum kızım ama böyle yapma."
"Burada zorunlu olarak kalıyorum. Bana kızım demezsen de sevinirim."
Ve odadan çıktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
#BİTTİ# Karanlığın İçindeki Beyazlar
FantasyBen Wanda Riddle hesabımı kullanamadığım için yeni bir hesap açtım. Hikayenin devamını burada sürdürücem.