Yine 7:30'a kurulmuş saatimin alarmıyla uykumdan uyanmak zorunda kaldığım klasik günlerden birisine daha başlamıştım. Yaz tatili bu kadar çabuk bitmeyi nasıl başarıyordu ki! Tatil başlamadan önce yaptığım tüm planlar suya düştü tabiki, her yaz aynı şey. Ama gezmedim diyemem. Bugün farklılık olsun diye 5 dakika daha kestirmeyi düşünüyordum ama düşündüğümle kaldım çünkü annem her zamanki gibi uyanıp uyanmadığımı kontrol etmeye gelmişti.
-Anne bir kere de şu kapıyı çalarak girer misin?
-Peki.
Diyerek odamdan çıktı, çıkarken kapıyı kapatmayı da ihmal etmedi tabiki. Aradan 5 saniye geçmeden kapıyı tıklatarak içeri girdi ve yüzünde kocaman bir sırıtmayla,
-Oldu mu küçük hanım?
dedi. Ahh şu annem, benimle uğraşmaya bayılırdı. Aslında sadece annem değil babam da aynı şekilde benimle uğraşmayı severdi.
Pofuduk terliklerimi -pandalı- ayağıma geçirdim ve istemeye istemeye yatağımla vedalaştım. Elimi yüzümü yıkayıp dişlerimi fırçaladıktan sonra kahvaltı sofrasına oturdum. Şimdi diyeceksiniz ki "Madem kahvaltı yapacaksın neden dişlerini önce fırçalıyorsun?" bu soruyu her sabah ben de kendime soruyorum ve hala mantıklı bir cevap bulabilmiş değilim. Alışkanlık haline geldi. Her neyse kahvaltımı yaptım ve nihayet giyinmek için odama gidebildim. Yırtık bir kotla -yırtık kotlar favorimdir- beyaz bir tişört giydim. Geriye sadece saçlarım kalmıştı. Kolay iş. Hemen sıkı bir at kuyruğu yaptım, sıradan bir saç stili olabilir ama kendime yakıştırıyorum.
Nihayet evden çıkabilmiştim. Yaz sonu olmasına rağmen hava sıcaktı ve ben Dr. Martens botlarımı giymiştim. Biliyorum giysilerim yazlık ama ayakkabılarım kışlık olduğu için biraz garip duruyordu ama bu tarz meselesi, ben böyle seviyorum. Sokağın başına geldiğimde Gamze'yi -en yakın arkadaşım- aramaya karar verdim. Sonuçta okulun ilk günü Gamze kesin süsleniyordur yani kesin evdedir diye düşünürken bir yandan da çantamı karıştırıyordum. Ne kadar karıştırsam da telefonumu bulamadım. Sonradan aklıma gece şarja taktığım geldi. Tabiki de şarjda unutmuştum. Hemen eve gidip telefonumu aldım. Gamze'yi arayacaktım ki tam evden çıkarken denk geldik.
-Gamzeee!
-Canımın içi!
-Erkencisin bugün.
-Bence sen geç kalmışsın tatlım.
Sarılıp özlem giderdikten sonra okula doğru yürümeye başladık. Gamze hala aynı Gamze'ydi, hiçbir değişiklik yoktu. Yol boyunca yazın neler yaptığımızı birbirimize anlatıp durduk. Ne tesadüf ki sınıflar değiştirilmesine rağmen Gamze'yle yine aynı sınıftaydık. Sanırım bize ayrılmaz ikili demeleri konusunda haklılarmış. Sınıfın yerini öğrendikten sonra sınıfa gitmek üzere koridorda yürümeye başladık. Gelelim en merak edilen ve Gamze'nin ilgi alanı olan konuya, okuldaki yakışıklı çocuklar... Okulda elbette yakışıklı çocuklar vardı Gamze herbirisine öyle bakıyordu ki gözleriyle yiyecekmiş gibi ama nedense hiçbirisi benim ilgimi çekmiyordu. Gamze'yi kolundan tutup zorla sınıfın olduğu kata çıkarabilmiştim. Ama hala sınıfa sokmak konusunda problemler yaşıyordum çünkü bu sefer de bizim kattaki yakışıklıları gözleriyle yemekle meşguldü. En son dayanamayıp onu orda bıraktım ve kendim sınıfa girdim. Tabi Gamze'de yakışıklılara bakmayı bırakıp arkamdan gelmeye başlamıştı.
Sınıfta 3 yer boştu. Ben Gamze'yle otururuz diye düşünmüştüm fakat Gamze yanı boş olan yakışıklının yanında yerini almıştı bile. Alındın mı diye sorarsanız önceden olsa alınırdım ama zamanla alıştım. Gamze hep böyleydi hala da aynı, dediğim gibi hiç bir değişiklik yoktu. Ben de diğer boş olan sıraya oturdum. Yanıma kimsenin oturmamasını dileyip durdum. Zil çalana kadar yanım boştu. 40 yılda bir dileğimin tuttuğunu düşünüp sevinmeye başlamıştım, bir yandan da çantamdan telefonumu çıkarmak için eğilmiştim. Kafamı kaldırdığım o sıra da... AMAN TANRIM!!