Hafif bir rüzgâr esti, kızın uzun sarı saçları sağa doğru dalgalandı.
Önünde duran ve gözyaşları ile ona büyük acılar yaşatan arkadaşlarına baktı. Hepsi bilmeyerek onu ölüme sürükledi ve şimdide mezarının başında onun için gözyaşı döküyorlardı.Beyaz uzun elbisesinden akan kan damlaları ile mezarının üstüne oturup onun için gelenleri izliyordu. Evet Lucy Heartfilia trajik bir kaza sonucu ölmüştü. Ölüm sebebi ise henüz bilinmiyordu. Sadece uçurumdan düştüğü söylentisi yayılmıştı ortalığa. Kız derince bir nefesi dışarı üfledi.
"Ne kadarda gürültücüler. Eeee şimdi ne olucak bana? Hangi kapıdan geçeceğime henüz karar verilmedi mi acaba?"
Kız meraklı bakışlarını yanında duran cellata çevirdi. Ölmüştü ve yargısının bitmesini bekliyordu. Yanındaki cellat ise onunla hiç konuşmuyordu. Bu da onun canını sıkıyordu. Birde mezarının başından ayrılamıyordu tabi. Önünde, mezarının başında duran kalabalığa baktı. En başından beri hiç kimseye sevgi beslemediği bu insanların onun için ne kadar çok göz yaşı döktüğünü gördüğünde birşeyler değişir sanmıştı ama durum sandığından da kötüye gidiyordu. Hepsinin çiçek koyma sırası geldiğinde biraz olsun meraklanmıştı. Çünkü onların içlerinden söyledikleri herşeyi duyabilecekti. Ölen insanların bir nevi şansıydı bu.
Neden böyle birşey var kendiside bilmiyordu. Ama içine doğmuştu.
Herkes çiçekleri koyup geçip giderken sıra Gray'e geldi. Onu en iyi anlayan kendisiydi. Mezarına geldiğinden beri tek bir damla bile göz yaşı dökmedi ama çiçek bırakmak için geldiğinde kızın gözleri kocaman açıldı. Gray'in gözleri doluydu. Kızın şaşkınlığı artmıştı.
"Herkese aynı davranırdın. Sadece bana bazı duygularını göstermiştin. Öfke ve mutluluk. Ama şimdi üzgün ve kendine karşı kızgınsın. Eminim içinden şunları geçirmişsindir..."
Gray'in seside kızın birden içinde yankılanmıştı. Diğerlerinde olduğu gibi.
" Keşke....keşke birşey yapabilseydim....eğer o zaman tereddüt etmeseydim.....kahretsin!"
Tahmin ettiği gibi. Kendisini suçlayacaktı. Bunu yapacağını biliyordu ama genelde duygularını saklamaya çalışırdı.
Sonra ise Natsu ve Lisanna elele tutuşup gelmişlerdi. Açıkçası Lisanna hakkında iyi veya kötü bir şey düşünmüyordu. Ama ölmeden önce Lisanna'nın Natsu'yu aldattığını öğrenmişti. Sonuç olarak boş vermişti. Lisanna'da onu görmüştü ve okulda onu birkaç kez göz hapsine tutmuştu. Ama sonuç olarak hiç birşey olmamıştı. Ve Lucy ölmüştü.
Lis ve Natsu gelip çiçekleri bıraktığı zaman Natsu'nun yüzünde garip bir hüzün fark etti Lucy.
" Keşke sana, senden çok hoşlandığımı söyleseydim..."
Duyduğu şeyler onu pek şaşırtmamıştı. Biliyordu çünkü. Ama kendisi hiç kimseye öyle duygular beslemiyordu. Natsu'da sonunda vazgeçmişti zaten. Ama Lucy, Natsu'dan nefret ediyordu. Nedenini bilmiyordu. Onu kıskandığından yada onun gibi birşey olduğundan değildi. Sanırım Natsu'dan nefret etmesinin sebebi, kendisinin acı çekip onun hiç çekmemesiydi. Diğer insanların acısı vardı ama Natsu hep mutluydu, her gün gülümserdi. Ve Lucy'nin içinde olan karanlığın tohumlarını bile rahatsız ederdi.
Lucy çevresine karşı iyi biriydi. Ama insanların hayatları yada kişilikleri umurunda değildi. Sadece o an o dakika eğer bir problem olursa -okulla ilgili- biraz yardımda bulunurdu. Gerisi onu ilgilendirmezdi.
Natsu ile arkadaşlardı. Gerisi onu ilgilendirmiyordu. Ama ölmesinin asıl sebebide oydu. Natsu'dan nefret ediyordu. Fakat ona karşı intikam duygusu yoktu. Ama eğer bir şansı olsaydı...onun içindeki bu mutluluğu söndürebilecek birşey...
İşte o zaman tekrar hayata dönmeyi isteyebilirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Şah Ve Piyonlar
Fanfiction"Dragneel, bir sonraki oyuna hazır mısın?!" Sakura saçlı çocuk zar zor nefes alıp veriyordu. Bu dünyadan çıkıp gerçek dünyaya geri dönmek ve sevgilisi Lisanna'ya kavuşmak istiyordu. Ama önünde duran bu kızın onunla güya oyun oynaması işleri zorlaştı...