"KÜÇÜK UMUTLAR"

61 13 7
                                    

                                                                                                                                           -Özge'den...

Dokuz gün, on altı saat olmuştu ondan bir haber almayalı, o gideli. Karşımdaki koltukta kıpkırmızı gözlerle boşluğa bakan çocuğa baktım. Küçük bir çocuk gibi ağlıyordu sürekli. Benim de ondan bir farkım yoktu. Derin'i ne kadar çok sevdiğinin kanıtıydı; göz yaşları.

Zeynep abla, polis olmasına rağmen; bütün ekiple beraber aramalarına rağmen, Derin'den bir haber yoktu. Telefonunu aradığımızda, "Bu numara kullanılmamaktadır."  sesini duymaktan bıkmıştık.

Boran'ı hala hapishanede tutuyorlardı, Boran'ın kaçırması imkansızdı. Geriye kim kalıyordu? Öz babası? Üvey babası? Biyolojik annesi?

Akçakoca'da arama çalışmaları olmuştu ama hiçbir ize rastlanmamıştı. Annesi ve üvey babası olacak o şerefsiz de kaldıkları evden taşınmışlardı.

"Gelecek sanılan bir haber gibi küçücüktü umutlarım," diye fısıldadı Teoman. Bakışlarımı, korkarak yüzüne çevirdim. Gözleri o kadar kırmızı ve mordu ki, gözlerinin içindeki damarlar patlayacak gibi duruyordu. Teoman'ın gözlerine bakarken, Derin'in yaşadıklarını, yaşadığımı düşündüm. Ben sağ çıkamazdım, bu kadar acı dolu enkazın içinden.

"Hiçbir zaman büyük umutlarım olmadı benim zaten," Odada, Teoman ve benden başka kimse yoktu. Kendi kendine konuşuyordu. Ellerini çenesine koyarak, "Küçük kızım benim, küçük umutlarım." diye fısıldadı tekrardan.

Yutkundum.

"Bir Gül'üm vardı gönlümde, soldu. Soldurdular,"

"Sonra bir Gül daha geldi, beni soldurdu."

Yutkunup, göz yaşlarını sildi.

"İkincisini siktir et," Ellerini dizlerine koyarak, saçlarını çekiştirdi. "Soldurulan Gül'ümün mezarına gittim o akşam, buraya gelmeden önce. Üst geçite," Gözlerini kırpıştırdığında, dudağını ısırdı. Çok acı çekiyordu. Burnundan sert bir nefes verdi. "Çünkü paramparçaydı. Yaşarken de, ölürken de. Bir mezarı yok annemin. Cesedi paramparçaydı." Kaşlarını havaya kaldırıp, kalbini tuttu. "Derin, anneme çok benziyor," Sol kolunu ovaladı. "İntihar edecekken, ben kurtardım onu o üst geçitten."

Kaşlarım şaşkınlıkla havalandı. Sessizce, "Ne?" diyebildim. Kafasını salladı. "Kimse bilmiyor,"

Kalbim öyle bir sıkışmıştı ki, nefes alamadım. Yutkunamadım. Hiçbir şey yapamadım.

"Küçük umutları var, tıpkı benimki gibi." Gülümsedi. "Koca kız olmuş ama, o benim küçük kızım. Küçük umutlarım."

Bir anda ayağa kalktı. "Sikeyim, amına koyayım!" Sağ elini sertçe duvara vurdu. Beyaz duvar boyası, artık kırmızıydı. Ardı ardına duvarı yumruklamaya başladı. "Elimizden hiçbir şey gelmiyorsa bana bir faydası yok bu ellerin. Onun ellerini tutamıyorsam, sikeyim bu elleri!"

Ayağa kalkıp, tişörtünden çekiştirmeye başladım. "Teoman, kendine gel!" Durmuyordu, bir faydası yoktu bağırışlarımın. Düşündüm, ne yapabilirdim? Onu, can evinden vurabilirdim.

"Dinmeyen yaranı daha nasıl kanatabilirsin!" diye bağırdım. Yavaşladı. "Derin'i bu şekilde mi kurtaracaksın? Kendine zarar vererek mi?" Durdu. Yavaşça bana döndü. Kaşlarını çattığında, bana bağırmasını, hatta zarar vermesini hoşgörüyle karşılayacaktım. Yere çöküp, yüzünü bacaklarının arasına sakladı.

N E P E N T H E ( ZİFİRİ SULAR )Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin