"GEÇMİŞİN KIRIKLARI"

87 14 8
                                    

Birçok insan geçmişinden kaçamazdı, kurtulmazdı. Ne ileri, ne de geri bir adım atabilirdi. Bende onlardandım. Geçmişin kırıkları batardı, sonra dururdu bir süre... Tam bitti sanırdınız, bir daha görmeyeceğinizi, bir daha karşınıza çıkmayacağını, bir daha sesini duymayacağını, hatta bir daha sana dokunamayacağını sanırdınız ama yıllar geçse de; geçmişin kırıkları batardı kırıla kırıla paramparça olan kalbinize.

Hastahaneden çıkalı iki gün oluyordu ve evde bana el bebek gül bebek bakılıyordu. Teoman, asla dışarı çıkmıyordu. Dizlerime ince bir battaniye örtmüş, karşımdaki tekli koltukta kitap okuyordu. Gözlerini hiç kaçırmadan heyecanlı heyecanlı okuyordu kitabını. O an kitap olmak istemiştim. Bir saniye gözlerini kırpmadan, gözlerini kaçırmadan, bu masumlukla, bu heyecanla bana baksın istemiştim. "Hangi bölüm okuyorsun sen?" diye sordum. Bir süre cevap vermeden, dudaklarını süsleyen işaret parmağını bir saniye  dercesine bana bakmadan kaldırdı havaya doğru. "Peki," diye fısıldadım kendi kendime. 

Okuduğu sayfayı yarım bırakmak istemiyordu belli ki. Bir kitabın sayfasını bile yarım bırakamayan insanlar vardı. Bir de seviyorum  dediği insanları yarım bırakan insanlar. Bu çok acıtıyordu işte, acıtıyordu bayağı. 

Kitabını bırakıp, seslice bir nefes verdi dudaklarının arasından. "Türk Dili ve Edebiyatı bölümü okuyorum çilli," 

Ayağa kalkıp, yanıma doğru yürüdü. Ayak ucuma oturduğunda, yumruk yaptığı elleriyle gözlerini ovuşturmaya başladı. "Neden sordun?" Kaşlarını havaya kaldırdığında, yüzü düşmüştü. 

"Hiç öylesine sordum," 

"Sen bir şeyi öylesine sormazsın çilli, söyle." 

Gözlerim iri iri açıldı, beni benden daha iyi tanımaya başlamıştı. "Bana çilli demeyi kes," 

Aslında hoşuma gidiyordu ama konu dağılsın istiyordum. Kaşlarımı hafifçe çattım. Ayak ucumda duran bedeni bana doğru iyice yaklaştığında, kendimi sarhoş gibi hissettim. Bana doğru mu yaklaşıyordu o? 

Gözlerini gözlerimden bir saniye bile ayırmadan, yüzüme doğru iyice yaklaştırdı o güzel yüzünü. Gülümsedi ve dudakları hafifçe burnumu öptü. Rüya falandı biliyordum, birazdan uyanacaktım. Yavaş yavaş geri çekildiğinde, afallamış bir şekilde gözlerine bakmaya devam ettim. "Niye? Çilli değil misin?" Hala gülümsüyordu. Konuşacağımı yenice idrak edip, dudaklarımı araladım. "Evet çilliyim ama insanların fiziksel özellikleriyle dalga geçmek hoş değil." 

Gülümsedi. O gülümsedi, benim içimden bir şeyler koptu. 

Tekrar yaklaşıp, saçlarımdan öptü. "Turuncu kafa," 

"Çok oluyorsun ama!" diyerek tek elimle ittim onu. Yerinden hiç kıpırdamamıştı bile. "Dalga geçme, saçlarım çok açık kahverengi sadece. Güneşte kızıl gibi oluyor, turuncu diyorsun." 

Kırık olmayan elimi bir cesaretle, saçlarına daldırdım. "Senin saç renginle benimki aynı renk, hiç fark etmedin mi serseri çocuk? Sadece bebek poposu gibi bir cilde sahipsin, çillerin yok. Sakalların çıkınca da çok hoş duruyor." 

"Teşekkür ederim," dediğinde arkasını dönüp ayaklarına çoraplarını giymeye başladı. Ellerimi saçlarının arasından çekip burnuma götürüp kokladım. Fırsat bu fırsattı! 

O kadar güzel kokuyordu ki, tarçın rengindeki saçları. Çok temiz bir kokusu vardı. Gözlerimi kapatıp, yutkundum. 

Gözlerimi yavaşça açtığımda, irkildim. Dip dibeydik. Tekrar yutkundum. "İltifat değildi." diye fısıldadım. Dudaklarımdan çıkan nefesim, yüzüne çarpıyordu. "Biz birbirimiz için yaratılmışız, serseri kız." diyerek tek elimden tuttu. "Hadi kalk hava alalım ablam gelene kadar." 

N E P E N T H E ( ZİFİRİ SULAR )Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin